30 Temmuz 2013 Salı

DİL ve EDEBİYAT Dergisi 56. Sayı Çıktı

DİL ve EDEBİYAT Dergisi 56. Sayı Çıktı

METAFİZİK SANAT
 Yeni Türkiye'nin Sanat Arayışı
 
Nuri Pakdil Sükût Suretinde
 Mehmet Atilla Maraş
 
Sosyal Medya Dili(miz)
 Nevzat Bayhan
 
 Genç Şaire Açık Mektup: Şiir ve Yerçekimi
 Zafer Acar
 
 Cumhuriyet'te Bir Osmanlı Hanımefendisi: Münevver Ayaşlı
Taner Özmen
 
 Dil ve Edebiyat dergisi ile birlikte "Şiir Yıllığı 2012" kitabına ulaşabileceğiniz adresler için: http://www.tded.org.tr/images/logo/de-dagitim-listesi.pdf

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi'nden İftar

     Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi Manisa'nın önde gelen isimleriyle iftar sofrasında buluştu.

     Anemon Otel'de düzenlenen iftar programına Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi Kurucu Başkanı Selçuk Özdağ, Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Rektörü Mehmet Pakdemirli ,Turgutlu Belediye Başkanı Serhat Orhan, Manisa İl Emniyet Müdürü Yunus Çetin ve basın mensupları katıldı.

     İftar yemeği sonrası konuşma yapan Selçuk Özdağ, Türkçenin sahip çıkılması gereken milli bir varlık olduğunu belirterek, "Bugün şehirlerimizle, vakıflarımızla, gençlerimizle birlikte, dilimizi de kaybediyoruz. Toplumumuz, yarınlarımızın teminatı olan gençlerimiz, yüz elli-iki yüz kelimeye mahkum edilmektedir. Dilimiz, yabancı kelimelerin işgali altındadır. Sadece büyükşehirlerimizde değil, en küçük kasabamızda bile bunun çok sayıda örneği görülebilir. Hatta daha ileri gidilerek iddia edilebilir ki, sadece işyerlerinin tabelalarına bakmak bile yeterli olabilir." dedi.



"YABANCI DİLDE EĞİTİM TÜRKÇE DÜŞÜNMEYE ENGEL OLUYOR"

     Yayın kuruluşlarının üzerine düşeni yerine getirmediğini savunan Özdağ, "Televizyonlar, radyolar, gazete ve dergiler ne kadar yazık ki bu konuda gereken itinayı göstermek bir tarafa, dilimizi bozucu, daraltıcı ve yabancılaştırıcı bir rol oynamaktadır. Yabancı dilde eğitim, bilinenin aksine yalnızca Türkçe konuşmaya değil, Türkçe düşünmeye bile engel olmaktadır. Diğer ülkelerle, milletlerle ilişkilerimizin devam ettirilebilmesi, bilim ve teknoloji alanındaki yeniliklerin takip edilmesi ve benzeri amaçlarla yabancı dil öğrenilmelidir. Ancak bu hiçbir zaman yabancı dilde eğitime dönüşmemelidir. Türkçe de çok hızlı bir değişim gözlenmektedir. Bunun temel sebeplerinden biri, nüfusumuzun çok genç bir yapıya sahip oluşudur. Genç insanlar, sürekli olarak hareket halindedir, her alandaki tüketimi yüksek miktardadır. Ulaşım ve haberleşme imkanlarının gelişmiş olması, toplumumuzun dış etkilere açık olması da dildeki bu değişimi hızlandırmaktadır." şeklinde konuştu.


TDED Manisa Şubesi

25 Temmuz 2013 Perşembe

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

I
Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak
Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine
Dünya bir istiridye
Dönüşelim bir inci tanesine
Dünya bir ağaç
Bir özlem duvarı
Bülbül sesine
Şair
Gündüzü bir gül gibi
Akşamı bülbül gibi
Sarıp sarmalayan öfkesine
Anılar demirden alçısı zamanın
Şair kollarını çarmıha geren
Ve mısralar boyu kireçleşen
Gençlik hayalleri
Ah eski kemik ah eski deri
Ve kemikle deri arasına gerilen
Ruhumun şenlik günleri
Ah eski kemik ah eski deri
Yenilgi sanılan zafer saatleri
Bana ne Paris'ten
Avrupanın ülkü mezarlığından
Moskova'dan Londra'dan Pekin'den
Newyork
Bütün bu türedi uygarlıklar umurunda mı
Birazcık Romayı hesaba katabilirdim
Ama Roma
Kendi kendini inkâr edip durmakta
Buz gibi eriyerek Bir kokakola
Veya bir votka bardağında

II
Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
Bir anda yükselen bir bülbül sesi
-Erken erken karlar ortasında
Güneş donmuş ışık saçan bir yumurta-
Bana geri getirir eski günleri
...Paslanmış demir bir kapı açılır
Küf tutmuş kilitler gıcırdarken
Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri
Şuuraltım patlamış bir bomba gibi
Saçar ortalığa zamanın
Ağaran saçın toz toprağını
Bana ne Paris'ten
Newyork'dan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lâle Devrinden bir pencere Ellerin
Baki'den Nef'i'den Şeyh Galib'den
Kucağıma dökülen
Altın leylâk

III
Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş

Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayık minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
Ve birden senin sesin gelir dört yandan
Menekşe kokulu sütunlardan
Komşu dağlardaki nergislerden leylâklardan
Gözlerine ait belgeler sunulur
Ey aşkın kutlu kitabı
Uçarı hayallere yataklık eden
Peribacalarının yasağı
Gönlümün cellâdı acı mezmur
Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
Senden bir gök
Senden yıldızlar ördüler
Ateş böcekleri
O gece dört yanıma
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Ve çocuklar gülle anne arasında
Seninle güller arasında
Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
Aramızdaki sırra
Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
Gençlik monoloğları
Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
Bana getiren
Yasamız vardı
Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

IV
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lâmbalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş südünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leylâ dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkis'in
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lâmba
Sanki hep Kanlıca'da Emirgânda
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrım gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk cellâdından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili Ey sevgili

Sezai Karakoç

16 Temmuz 2013 Salı

TDED Kocaeli Şubesi’nde Emin Işık ile “Ramazan Sohbeti”

    Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Kocaeli Şubesi, 12 Temmuz Cuma akşamı iftarda Prof. Dr. Emin Işık hocamızı ağırladı.

     Dernek Başkanı Ali Yeşildal; “Emin Işık sohbetine, sadece 30 kişilik gençlik okuma grubunu beklerken, 70’in üzerinde bir dinleyici kesimi ile karşılaşmak, herhalde Ramazanın bereketi ile açıklanabilir” diyerek sohbet öncesi bir konuşma yaptı.

      Dernek Gençlik Komisyonu üyeleri ve çeşitli edebiyatseverlerle gerçekleştirilen iftar ve sohbet programı iftardan sonra teravihe kadar devam etti.

     Emin Işık konuşmasında; toplum olarak rızkı veren yerine, rızık peşinde koşulduğunu, verilen rızıklar için şükür yerine şikâyeti tercih ettiğimiz hususuna değindi. 

Lise müfredatına müdahale     Konuşmasının bitimine doğru bir teklifi oldu Işık hocanın: “Liselerde 1. sınıfta Mehmet Âkif'İ okutulmalı; 2. sınıfta Yahya Kemal okutulmalı; 3. Sınıfta da Necip Fazıl okutulmalı. Çünkü Âkif, dinimiz ve ahlakımızın şairidir; Yahya Kemal, medeniyetimizin ve kültürümüzün şairidir; Kısakürek de kavgamızın şairidir.” diyerek konuşmalarını bitirdi. 












TDED Kocaeli Şubesi

2 Temmuz 2013 Salı

DİL ve EDEBİYAT Dergisi 55. Sayı Çıktı

DİL ve EDEBİYAT Dergisi 55. Sayı Çıktı

Taksim’de On Dokuzuncu Yüzyıldan Bir Ses Yükseldi

     Dil ve Edebiyat dergisi, 55. Temmuz sayısında Taksim-Gezi Parkı olaylarının zihinsel, kültürel arka planını sorguluyor! Taksim’de On Dokuzuncu Yüzyıldan Bir Ses Yükseldi başlığıyla çıkan Dil ve Edebiyat dergisi, Taksim- Gezi Parkı olaylarında “on dokuzuncu yüzyıl kodlarına uyarlı bir zihnin” sahne aldığına vurgu yapıyor.

     Kapağa taşınan Taksim’de On Dokuzuncu Yüzyıldan Bir Ses Yükseldi başlıklı yazısına Üzeyir İlbak, “İhalesi yapılmamış, yargı süreci devam eden bir projeden dolayı ‘başkentler başkenti’ bir şehri ateşe veren akıl, sahiden idrak eden bir akıl mıydı?” şeklinde bir soru ile başlıyor.

     “Kavga, olmayan algılar olguya dönüştürülerek ortaya çıkarılmıştır.” diyen İlbak algıların şekillenmesinde sanatçıların rollerine işaret ederek, sanat çevrelerindeki “mahalle baskısı”na dikkat çekiyor.

     “Görevleri hakikati anlatmak olan sanatçı kimliğinin ardına saklanan dizi oyuncuları, bir kısım popçu ve meşhur olma derdine düşen köşe yazarları meslektaşlarına önü alınamayan bir mahalle baskısı uyguladılar ve hatırladıkları her ismi ilan ederek “neden burada değilsin?” sorusunu sordular. ‘Niteliksiz ünlüler’ galerisine dönüşen meydan eylemleri ise niteliksiz paparazzi geçit törenlerini aratmaz noktadaydı. Meydan dizi oyuncusu/tiyatrocu [banka ve telefon reklamları ile kapitalistleşen], şarkıcı ve popçulardan oluşan ekseriyeti ‘niteliksiz’ kategorisindeki sanatçılar (!) üzerinden verilen mesajlar, boyalı ve nefretçi medya desteğiyle ‘mahalle baskısı’na dönüştürüldü.”

     Gençlik üzerinden yapılan tanımları da eleştiren İlbak, “Meydanda kullanılan dil, yazılan pankartlar, sloganlar ve kullanılan kavramlar bu iddia ve tanımların” yapılan “tasniflerle örtüşmediğini ve olayın Batılı anlamda anarşizm olarak tanımlanabileceğini ortaya koydu.” diyor.

     “Tarihsel ve toplumsal bir değişim yaşadığımız hakikatini göz ardı etmeden yeni nesli anlamaya ‘evet’” diyen İlbak “Bu günün aydınları (!) 1970’lerde attıkları sloganların bünyelerinde ürettiği heyecan ve adrenalinle bize yeşil bir masal anlatarak yükselen alevleri gizlemeye çalıştılar. Oysa her şey 1970 ve 80’lerden kalmaydı. Meydandaki sloganlar, pankartlar, flamalar, renkler 1 Mayıs 1977’den kalmaydı. (AKM’ye asılan bezleri hatırlayın.)” şeklindeki sözleriyle bu nesli kendi arkaik amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan eski Marksistler ile olayları nostaljik bir hazla destekleyen Marksist kökenli liberallere işaret etti.

     Aydın ve sanatçılar kadar fonksiyon yüklenen medyanın konumu ise yazıda değerlendirilen ana başlıklardan:
“Dağınık ve güvenilmez enformatik yapısıyla medyanın haber yapma ile yönlendirme arasındaki sınırda kaybolduğu bu dönemde yaşananlar; ülkenin demokratik olgunluk noktasında yeterliliğe ve olgunluğa ulaşmadığı, karar almada hâlâ ideolojik tercihlerin belirleyici olduğu gerçeğini ortaya koydu. Tüm değerlendirme ve analizler ideoloji, etnik aidiyet, mezhep, tarih algısı ve Batılı Marksist ideolojinin temel öğretisi sınıf eksenli anlayış üzerinden kurgulandı… Derinlikli bir düşünce iklimi yoktu. Tartışmalar, sloganlar ve sığ fikirler ile karşılığı olmayan algı metaforları üzerinden yapıldı. Üzerinde düşünmeye değer bir soru ve anlamlı bir teklif yoktu.”

     “Bu coğrafyada kifayetsiz politikacı ve çakma aydınlar üzerinden taşınan Batılılaşma, Batıyı tanıma ve Batıya entegre olma şeklinde uygulanamadı; yapılan bireyin kendisine ve değerlerine yabancılaşarak asimile olmasıdır. Batının ideolojik üretimlerinin tümü ‘nihilizmin örtüleri ve dönüşüme uğramış biçimlerinden ibarettir’ diyen Hermann Raushing’i haklı çıkardılar.”

Dergi’de önce çıkan diğer başlıklar:
Nevzat Bayhan, Kalbim Ağrıyor –şiir-
Yusuf Akçay, Kelam-ı Kadim’den Lisan-ı İbrahim’e
M. Atilla Maraş, Erdem Bayazıt: Selama Dursun Zaman
R. Şükrü Güngör, Susuz –hikâye-