Romanlardaki İstanbul!
Şair-yazar Ekrem Kaftan'ın editörlüğünü yaptığı ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ tarafından yayımlanan, ''Türk Romanından Bir
Demet İstanbul'' isimli kitaptan derlenen bilgilere göre, 3 büyük medeniyete
başkentlik yapan, insanları 8500 yıldır büyüleyen İstanbul ilk Türk romanının
sayılan Şemsettin Sami'ye ait ''Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat''tan başlayarak,
edebiyatın bu alandaki eserlerine de sahne görevi üstlendi.
Eski İstanbul gravürleriyle desteklenen ve 242 sayfadan oluşan kitapta,
19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında eser veren yazarların 25 eseri
incelendi.
Kitapta, Namık Kemal'ın ''İntibah'', Mizancı Mehmet Murad'ın ''Turfanda
mı Turfa mı?'', Sami Paşazade Sezai'nin ''Sergüzeşt'', Nabizade Nazım'ın
''Zehra'', Halid Ziya Uşaklıgil'in ''Mai ve Siyah'' ve ''Kırık Hayatlar'',
Mehmet Rauf'un ''Eylül'', Recaizade Mahmud Ekrem'in ''Araba Sevdası'', Yakup
Kadri Karaosmanoğlu'nun ''Kiralık Konak'', Refi Cevat Ulunay'ın ''Dağlar
Kralı'', Peyami Safa'nın ''Canan'', ''Şimşek'', ''Matmazel Moraliya'nın
Koltuğu'', ''Sözde Kızlar'' ve ''Mahşer'', Kemal Altınkaya'nın ''Bizim
Mahalle'', Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın ''Şıpsevdi'', Halide Edip Adıvar'ın
''Sinekli Bakkal'', Refik Halit Karay'ın ''İstanbul'un Bir Yüzü'', Ahmet Hamdi
Tanpınar'ın ''Mahur Beste'', ''Huzur'' ve ''Sahnenin Dışındakiler'', Reşat Nuri
Güntekin'in ''Miskinler Tekkesi'', Samia Ayverdi'nin ''Son Menzil'', ''İnsan ve
Şeytan'' ve ''Batmayan Gün'' romanlarındaki İstanbul anlatımlarına yer
verildi.
Yazarların kitaplarındaki bazı İstanbul tanımlamaları
şöyle:
-Namık Kemal'in (1840-1888) İntibah'ı: ''İstanbul bir güzellik denizinin
sahibidir ki yalnız hüzünle sahillerine yüz sürerek, önünden akıp giden denizin
güzelliği, bulunduğu yerin bütün cihan içinde eşsizliğini ispat etmek için
yeterlidir.''
-Halid Ziya Uşaklıgil'in (1867-1945) Mai ve Siyah'ı: ''...Beride güneşin
son ziyalarıyla tutuşmuş camlarıyla İhsaniye, Üsküdar, daha yüksekte yeşil
tepelerin üzerine eteklerini sererek, Marmara'ya bakan Çamlıca, biraz daha
ileride topraklardan ayrılarak, kendisini denize salıvermek istiyormuş
zannedilen Fener, Moda, nihayet vapur hareket ettikçe vaziyetlerini değiştiren
yerlerinden oynuyorlarmış bazen yekdiğerine sokularak, bazen birbirinden
kaçışarak dalgaların içinde yüzüyormuş vehmini veren Adalar...''
-Mehmed Rauf'un (1875-1931) Eylül'ü: ''Ah, sabahları erkenden buradaki
güzelliği, tazeliği tarife söz bulamıyorum. Denizin nezaketini, taravetini,
yeşilliğini, nihayet şu Boğaziçi sabahının bekaretini görmeli Necib...''
-Recaizade Mahmud Ekrem'in (1847-1914) Araba Sevdası'ı: ''...Bu
mezarlıktan geçildikten sonra iki yol hem birleşir hem de düzleşir. Buradan yine
bir 5 dakika yürünürse artık Çamlıca tepesinin eteğinde Kısıklı köyünün
çarşısına varılmış olur. ...Burası Çamlıca bahçesi namıyla İstanbul'da en evvel
açılmış olan bahçedir. Kim bilir kaç zamandan beri halk pek ilgi göstermediği
için genelde kapıları kapalı durur. Yazın, özellikle baharlarda bu bahçeyi
açtırıp da aşağıdaki kapıdan içeri girerseniz, 5-10 adım ilerleyip, çevrenize
şöyle bir bakınca muazzam ve kalbe ferahlık veren güzel bir bahçe içinde
bulunduğunuzu derhal anlarsınız.''
-Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun (1889-1974) Kiralık Konak'ı: ''Servet
beyin oğlu Cemil, henüz 20 yaşında bir mektep çocuğu olmasına rağmen,
Beyoğlu'ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların, eğlenceli evlerin sadık
bir müdavimidir. ...Şişli'nin yeni usul elektrikli, banyolu apartımanları,
Servet Bey'i gittikçe çekiyordu. Vakıa bu apartımanların merdivenlerini çıkarken
'Ne yazık, asansör yok' diye hayıflanıyordu. ...Hele yeni işlemeye başlayan
elektrikli tramvay, arabaların çıkardığı sesler onu saatlerce mest ve bihuş
bırakıyordu.''
-Peyami Safa'nın (1899-1961) Canan'ı: ''Araba güzel yollardan geçiyor.
Bedia buraları çok sever. Buraları Kadıköyü'nün sımsıkı şehir hayatından uzak,
ama yine medeni yerleridir. Güneşli, az insanlı, tozlu bir yol. Küçük, büyük
bahçeler içinde zarif binalar. Bazılarında belli ki vaktiyle saltanat sürülmüş.
Ne yazık ki buraları da birkaç sene sonra ya tamamiyle zengin Hristiyanların
eline geçecek, Boğaziçi'nin Anadolu tarafı da harabeye dönecek.''
-Halide Edip Adıvar'ın (1884-1964) Sinekli Bakkal'ı: ''Hıdrellez günü
göğün altında bugün hiçbir şehir bu kadar cümbüşlü bir kalabalıkla kaynaşmaz,
hiçbir sokak bu kadar başka sesleri birbirine karıştıran böyle bir uğultu
çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp helva pişirmez.''
-Refik Halit Karay'ın (1888-1965) İstanbul'un Bir Yüzü: ''...İstanbul
daha ziyade eski devirde şahsiyetli ve ehemmiyetliydi. Şimdi renksiz ve sefil...
Dar fakat süslü, alafranga bir apartman odasında oturup, dışarının tramvay ve
otomobil seslerini işiterek, şu satırları elektrik ziyaları altında yazarken,
parama ve istiklalime rağmen hiçbir zevk duymadım. ...Ben eski İstanbul'un, eski
İstanbul'un o şahsiyetli ve güzel İstanbul'un içyüzünü afacancasına tanıyan bir
evladıyım, onu ben ne iyi anlardım. Sanki o da bana, ayrıca herkese yaptığından
fazla yüreğini açardı. İşte ben, bu pekiyi tanıdığım ve pek çok sevdiğim vücudu
kaybettim. Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum.''
-Ahmet Hamdi Tanpınar'ın (1901-1962) Mahur Beste'si: ''Ah, eski
İstanbul! İçten içe kaynayan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve
sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve
derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmaya, parçalamaya
hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar dağınık dağınık, parça parça
göründüğü halde istediği gün sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen,
acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar
gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip alt üst eden...
Kadınını, erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı
şehir.''
-Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u: ''Mümtaz için kadın güzelliğinin iki
büyük şartı vardı, İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz'da yetişmek... İstanbul,
İstanbul, diyordu İstanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız.''
-Samiha Ayverdi'nin (1889-1956) Son Menzil'i: ''Gözyaşlarında bile
sevinçli zamanların zevkini taşıyan Boğaz'dan hiç bıkılır mı? Onda ne baş
üstünde gezdiği devirlerden kalma bir gururun izi, ne de düşkün ve yoksul
günlerinin ızdırabı görülür.''
-Samiha Ayverdi'nin Batmayan Gün'ü: ''Dağ, deniz, koru, vadi, renk,
çiçek, hasılı tabiattan aranan bütün vasıflar boğazda baş başa, omuz omuza yarış
etmekteydi. Boğaziçi, gönüle seslenen coşkun bir şiir, Boğaziçi güler yüzlü bir
aşına, Boğaziçi konuşulan ve cevap alınan bir arkadaştı. Hem munis ve yakın, hem
vahşi güzelliği ile çok okunmuş ama bıkılıp usanılmamış bir kitap, tabiat
sergüzeştlerinin baş başa verdiği bir meşveret
yeriydi.''
"ROMANCILARIMIZIN İSTANBUL'UNU
KAYBETMİŞİZ" Kitabın editörü Ekrem Kaftan, yaptığı açıklamada,
ilk Türk romancıların Tanzimat döneminde yetişmeye ve eser vermeye başladığını
belirterek, ''Romancılarımızın, Batı romanının etkisinde kaldıklarını, ancak
kısa zamanda kendilerine has bir üslup oluşturmayı başardıklarını
söyleyebiliriz'' dedi.
Mekan olarak İstanbul'u kullanan romancıların, eserlerinde İstanbul'u
uzun uzun tasvir ettiklerini kaydeden Kaftan, şu bilgileri verdi: ''O dönem
romancılarımız, İstanbul'un fakir semtlerini de zengin semtlerini de
sokaklarındaki çöpleri de tarihi eserleri de insanların kıyafetlerini de günlük
hayatı da olduğu gibi vermeyi tercih etmişler. Romancılarımızın anlattıkları
İstanbul'u, ana hatlarıyla şöyle özetlememiz mümkündür: İstanbul, yaşanan
savaşlardan fakir düşen halkın, birbiriyle dayanışma gayretinin en üst seviyede
görüldüğü bir şehirdir. İstanbul, tarihi eserlerin ihmal edildiği, bazılarının
yıkılmaya yüz tuttuğu ve yıkıldığı, geçirdiği yangınların izlerini taşıyan bir
şehirdir. Kısacası, romancıların İstanbul'u, özellikle yeşil alanları, ahşap
konakları, yalıları, sahilleri, sarayları, bahar ve sonbahar aylarıyla bugünün
İstanbul'u ile kıyaslanamayacak kadar güzeldir. Ama bugün, romancılarımızın
İstanbul'unu o kadar kaybetmişiz ki silueti bile gözümüzün önünden yok edilmek
isteniyor.''
Kaftan, bu eserle okuyucunun kaybolan İstanbul'un hasretiyle, elindeki
mevcut güzelliklerin değerini bilmesini sağlamayı amaçladığını vurguladı