30 Eylül 2011 Cuma

Susanna Tamaro‘dan blog yazarlarını kızdıracak sözler


Susanna Tamaro'dan blog yazarlarını kızdıracak sözler


Yeni “e- hayatlar” hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanal bir dünyada duyarlı ve duygusal kalmak mümkün mü?

Böyle bir dünyada insani duyguları koruyabilmek sanırım oldukça zor. Belki sadece bunun dışında olanlar, sanallaşan ve gittikçe soyut bir hal alan bu yeni hayat tarzının sınırlarını ve tehlikelerini açıkça görebilir.

Böyle bir dünyada yazmak zor olmuyor mu?

Elbette zor oluyor. Bunun özellikle iki nedeni var. Birincisi, yazmak son derece yoğunlaşmak isteyen bir işken günümüz dünyası bu konsantrasyona izin vermiyor. Öte yandan, yazmak -en azından benim anladığım şekliyle- insanın karanlık yönünü deşmek anlamına gelir ki, çağımız bu derinliği hiç sevmiyor. Günümüzde, insanın bilimsel denetime ve yönteme gelmeyen böyle gizemli bir yanı olduğu kabul edilmek istenmiyor.

Kitabın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Örneğin, Umberto Eco e-kitabın gerçek kitabı asla yenemeyeceği görüşünde. Ona katılıyor musunuz?

Umberto Eco’nun görüşüne tamamıyla katılıyorum. Kitap, yeri doldurulmayacak bir nesnedir. E-kitap çok rahattır. Ben de yolculuğa çıktığımda kilolarca kitap taşımak yerine yanıma bunlardan bir tane alıyorum, ama gerçek bir kitapla e-kitap okumak arasında fark var. Bazen bana imzalatmak için getirdikleri bir kitaba bakıyorum da, sanki binlerce meydan muharebesi yaşamış gibi görünüyor. Kahve lekeleri, domates sosu lekeleri, altı çizili satırlar, kenara alınmış notlar... İşte bu kitaplara bayılıyorum, çünkü okurun hayatını paylaşmış oldukları belli. Oysa elektronik kitap böyle bir şeyi asla yaşayamayacaktır.

Blog yazarları hakkında ne düşünüyorsunuz? Herkes bir şeyler yazıyor ve bu e- sözcüklerini yayınlamaya yelteniyor. Yazar olmak bu kadar kolay mı?

Blog yazarlarının gerçek yazarlar olduğuna inanmıyorum. Bu, en azından benim yazıya yüklediğim anlam karşısında böyle. Blog yazarlığı, başka türlü bir anlatım yolu. Çağımızın birbiriyle ilintili bu tip aynaları çoğunlukla yüzeysel oluyor. Kaldı ki, gerçek bir yazar olabilmek son derece zordur. Her şeyden önce yetenek ister ki, bu, hayatın bir armağanıdır. Yazarlık zengin bir kültür gerektirir ve bir de acı çekebilme yeteneği şarttır. Yazının yaratıcı işlemi sırasında ortaya çıkan güçlük, zahmet, acıdır. Bunlarla yüzleşebilmeyi bilmek gerekir ki yazının derin noktasına varılabilsin. Ancak başka bir açıdan bakılacak olursa, yazdıklarınızı kitap olarak yayınlatabilmeniz de çok zor. Ben başladığımda internet yoktu ve ilk kitabımı kabul edebilecek bir yayınevi bulabilmek için on yılımı harcadım.

Peki, ya edebiyatın gidişatı nasıl sizce?

Edebiyatta neyin ilgi çektiği, yaşadığımız anı yansıtır aslında. On yıldır polisiye ve gerilim kitapları satıyor ve bunlar okuru son derece basit bir dile alıştırarak edebiyatın yerini aldı. Elbette ben de biraz oyalanmak istediğimde bunlardan okuyorum, ama edebiyat çok daha derin bir uğraş. Ayrıca eklemek gerekir ki, internet kullanımından kaynaklanan genel bir zihinsel tembellik var. İnternete ayırdığımız zamanı edebiyat için harcayabiliriz. Ama insanların buna niyeti yok, bunu neden yapması gerektiğini anlayamıyor, çünkü edebiyatın yararsız olduğu mesajı verildi ve yaygınlaştırıldı. Oysa edebiyat, insanın oluşumu için temeldir. Edebiyat bize insanın olmanın anlamını yansıtır. Buna inanmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Kısa süre önce yeni romanınız “Sonsuza Kadar” yayımlandı. Matteo ile Nora’nın hikâyesi üzerinden giderek yaşamı, ölümü, insan olmayı irdelediğiniz bu kitabı yazarken neydi amacınız?

İnsanın, bugün sürdürmekte olduğu yaşama direnebilmesi için kılavuz olacak bir el kitabı yazabilmeyi hedefledim. Anlamlı ve gerçek bir hayat yaşamak isteyen bireylerin, hâlihazırda önemsedikleri şeyleri nasıl ateşe atabileceklerini, onlardan nasıl kurtulabileceklerini göstermek istedim. Son otuz yılda gerçekleşen hızlı gelişim teknolojik açıdan harika sonuçlar yarattı, ama öte yandan tehditler de çıktı ortaya. Teknolojinin kölesi olmak, sınırsız bir tüketime zorlanmak gibi… Unutmamalıyız ki nesneler insan içindir, insan nesneler için değil. Sanırım önümüzdeki yıllarda gözü tokluk, yalınlık yolunu seçmemiz, gerçeklik ve insan ilişkilerindeki özü yakalayabilmemiz için şart olacak. Bunları anlattım kitapta da...

29 Eylül 2011 Perşembe

TRT başspikeri Şener Mete, DED’in yeni dönem diksiyon kurslarının ilk konuğu olacak


Dilin Üstadı Dil Bayramı’nda DED’de

Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi ve Çorum Belediyesi Kadın Kültür ve Sanat Merkezi TRT baş spikeri Şener Mete’yi Çorum’a getiriyor. DED’in geçen sene başlattığı ve yoğun ilgi gören diksiyon kurslarına ilgi bu yıl da bir hayli fazla.

TBMM, bakanlıklar, birçok devlet kurumu ve üniversitelerin konservatuar bölümlerinde dersler veren ünlü spiker Şener Mete ile diksiyon kursu 1 Ekim Cumartesi günü saat 14.00’te DED konferans salonunda başlayacak.

Bu zamana kadar yedi farklı diksiyon kursu açtıklarını söyleyen DED Çorum Şube Başkanı Turhan Candan diksiyon kurslarına yüzlerce kişinin başvuruda bulunduğunu, bu taleplere cevap vermeye çalıştıklarını ifade etti. Candan, “Başlayacak olan yeni dönem ilk diksiyon kursunda ilk dersi ülkemizde Türkçeyi en iyi kullanan seçkin kişilerin başında gelen TRT başspikeri sayın Şener Mete verecektir. Kursun sonunda başarılı olan kursiyerlerimize Milli Eğitim Müdürlüğü'nden onaylı sertifika veriyoruz. Diksiyon öğreticisi Meltem Çınar gözetiminde sürdürdüğümüz diksiyon kurslarının 8.sine başlıyoruz. Daha öncede ünlü spikerlerden Mesut Mertcan, TRT spikeri Jülide Sönmez, rahmetli Sacit Onan, Kanal A spikeri Osman Yılmaz ve pek çok ünlü spikeri konuk eden derneğimiz bu dönemde de aynı heyecanla dil ustası spikerleri konuk etmeyi sürdürecektir.” dedi.

Candan, diksiyon öğretmeni Meltem Danışman Çınar yönetiminde derslerin hafta sonları 13.30’da başlayacağını yine belediye bünyesinde faaliyetlerine devam eden Kadın Kültür ve Sanat Merkezinde de hanımlara yönelik diksiyon kurslarının hafta içi Pazartesi ve Çarşamba günleri aynı saatte süreceğini kaydetti.

DED Çorum Şubesi ‘Arap Baharı ve Türkiye‘ konulu konferans düzenledi.


‘Türkiye Arap ülkelerine örnek’

Çorum Belediyesi ile Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi ortaklaşa 'Arap Baharı ve Türkiye' konulu konferans düzenledi. 27 Eylül Salı akşamı Dil ve Edebiyat Derneği Konferans Salonu’nda düzenlenen ve Prof Dr. Mevlüt Uyanık'ın konuşmacı olarak katıldığı programı Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şube Başkanı Turhan Candan ve çok sayıda vatandaş izledi.

Mevlüt Uyanık, konuşmasında Arap dünyasının Tunus'ta "Yasemin Devrimi" adı altında başlayan Mısır'da ivme kazanan ve Libya'da iç savaşa dönüşen dünya ölçeğinde en fazla bireysel silahlanmanın olduğu Yemen'de ise "sivil itaatsizlik" eylemleriyle başlayıp kabile-yönetim ve terör (El-Kaide) savaşlarına dönüşen bölgesel bir uyanış rüzgârının etkisi altında kaldığını belirterek Araplar’ın bu olayları "2. Arap Baharı" diye isimlendirdiğini söyledi.

Arap halklarının değişiklik istediğini ama gerçekten demokratik bir yönetim gelecek ve kaynakları azami oranda halkın ihtiyaçları için kullanacak mı? sorusunun ise belirsizliğini koruduğuna dikkat çeken Uyanık, “Öyle görünüyor ki bu zor; çünkü en son Mısır örneğine baktığımız zaman "Mübareksiz bir Mübarekçilik" söz konusu gibi. Yargılanma süreci başladı ama Mübarek ekibinin Mısır yönetimindeki ağırlığı apaçık ortadadır.

Uyanık, “Araplar değişiklik istiyorlar ama bunu din merkezli yani bir nevi İslamcılık şeklinde olmasını istemiyorlar. Zaten oldukça muhafazakâr olan yapıya dini yorumlarla meşruiyet sağlanıyor. İktidar tarafı, Başkanlık sarayı önündeki Seb'ın caddesinde kılınan Cuma namazı hutbesinde toptan 'Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin' diyor fitne ile ilgili hadisleri okuyorlar. Allah'a, Hz. Peygambere ve sizden olan Emir'e itaat edin, eğer ayrılığa düştüğünüz bir husus olursa Allah'a götürün" ayetini vurguluyorlar. Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu ve ayrılığa düşüp enerjiyi boşa harcanmaması gerektiğini söylüyorlar. "İsyan'ul Medeni" denilen itaatsizliğin hayatı kilitlediğini, yolları kesmenin, gazı kesmenin fitne olduğunu anlatıyorlar. Nitekim Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih de muhalefeti yol kesici, terörist ve müfsitler olarak niteledi. Meydan okumalarına aynı meydan okumayla cevap vereceklerini söyledi. Kendisine 32 yıl iktidarda olduğunu söyleyenlerin, üç ay içinde memleketi felakete sürüklediğini belirtmesi tam bir paradokstu. Yani mevcut durumun iyi olmadığını o da kabul etmektedir. Nitekim İstanbul'da dünyanın en fakir 48 ülkesinin durumunu görüşmek için yapılan uluslararası toplantıda Yemen var. Buna karşılık, muhalefette önemli ölçüde ayetlerden hareket ediyor ve silahsız bir direnişi öncelediklerini söylüyorlar.”

Özgür ve demokratik bir yönetimin olabilirliği için de Türkiye'yi örnek gösterdiklerini belirten Uyanık, “Türkiye'de son onlu yıllarda İslami değerleri önemseyen muhafazakâr bir yönetim var ama batı ile ilişkilerini geliştirmek isteyen, demokratik değerleri evrensel kriterler ölçüsüne yükseltmek için Avrupa Birliği’ne girme sürecini hızlandıran bir ülke olarak görüyorlar. Başbakan Erdoğan 1990'lı yıllarda İstanbul belediye başkanlığı döneminden bu yana yaptıklarıyla "pozitif örnek" olarak sunuluyor.” dedi.

Uyanık, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ziyaretinin ve halkın arasına karışıp onlarla görüşmesinin pozitif örneği iyice pekiştirdiğini, bireysel bu tutumların örnekliğinde tabiî ki Türkiye'nin başta Filistin ve Gazze ablukasına yönelik siyasi tutumlarının, Suriye ve Libya'da sivil halka yönelik uygulamaların kaldırılmasını talep etmesinin, Somali’de olduğu gibi toplumsal ve insani dramda çözüm için çabalamasının, uluslararası alanda sürekli mazlumun yanında olup, saldırganı kınamasının oluşturduğu minnettarlığın büyük etkisi olduğunu belirtti.

27 Eylül 2011 Salı

Neden F klavye? - Yalçın BAYER



Yalçın BAYER

Neden F klavye?

“F klavye, dünyanın en bilimsel klavyesidir. Bu özelliğine Türkçenin matematikselliği ve bilimselliğin fiziksel gerekleri de eklenince ortaya mükemmel bir klavye çıkmıştır.

Klavye Türkçeye uygun olarak hazırlanmıştır. Türkçede en çok kullanılan harfler, klavyenin ortasına (en güçlü parmakların bastığı alanlara) dizilmiş, daha az sıklıkla kullanılan harfler kullanım oranlarına göre kenarlara doğru yayılmıştır. Bu şekilde mümkün olan en yüksek yazma hızı sağlanmıştır.

F klavye sadece Türkçe değil, İngilizce, Fransızca gibi başka Latin dillerinde de hızlı yazmayı sağlayan bir klavyedir. Dünya şampiyonalarında alınan çok dilli yarış dereceleri ve rekorları bunun kanıtıdır.

3 KAT SÜRAT

Türkçeye uygun olmayan, fakat ülkemizde bilinçsizce kullanılan ve hatta İngilizceye bile uygun olmayan 1873 model Q klavye kullanmanın hiçbir avantajı yoktur. Şimdiye kadar hiçbir İngiliz ve Amerikalı Q klavyeyle anadillerinde dünya şampiyonu olamamışlarken, Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlardır. Q klavyeyi, bu klavyeyi kullanan uluslar bile beğenmemektedir. Q klavyede harfler kullanım sıklığına göre değil, mekanik yazı makinelerinde harf çubuklarının birbirine takılmaması amaçlanarak dizilmiştir. Oysa bugün yazıcı makineler artık elektroniktir, harf çubuklarının birbirine takılması gibi bir sorun yoktur.
F klavye ile yazanlar Q klavyeyle yazanların 2-3 katı sürate ulaşırlar. Ortalama bir süratte yazan bir F klavye kullanıcısı saniyede 3-4 vuruş yapar. (Bilimsel eğitimle klavye kullanan kişiler saniyede 10-12 vuruşun üzerine çıkabilmektedirler.)

AVANTAJI BİLİNMİYOR

F klavye ile bilimsel yazmayı öğrenerek yazmaya harcanan zaman % 80 azaltılabilir. Böylece kazanılan zaman, bilgisayarda başka işleri yapmaya, daha hızlı çalışmaya veya öğrenmeye ya da gereken herhangi bir işe ayrılabilir.F klavye ile bilimsel çalışmanın pek çok kişinin dikkatini çekmeyen çok önemli bir avantajı daha vardır:
Anlayarak yazabilir; yazarken düşünebilir. Anlayarak veya düşünerek yazma yönteminde işlerini daha doğru yapabilir, hatalarını azaltabilir, daha verimli ve mükemmel yazılar hazırlayabilir.

Kalem yerine bilgisayarla yazanlar, gözleriyle harf ve işaretleri aramayıp, gözleriyle yazacağı metni ya da ekranı izleyebilir; böylece konsantrasyonu bozulmaz, daha verimli çalışır.”Bu bilgiyi İhsan Yener'den bizzat istedik, öğrenilmesi için. Eksik olmasın gönderdi; dileriz yararı olur.‘Şampiyon Daktilo Kursları' diye bilinen dershanesiyle Türkiye'de binlerce öğrenci yetiştiren ve onları meslek sahibi yapan ‘madalyalık' bir öğretmendir Yener...

1943'TEN BERİ MÜCADELE

Bilimsel temellere dayalı standart bir Türk klavyesi geliştirilmesinin zorunluluğuna inanmış... Bu konuda 1943'ten itibaren ‘daktilo öğretmeni' sıfatı ile sürdürdüğü çalışmalarının dikkate alınmasını ancak 1955'te başarabilmiş.

Yabancı uzmanlarla da pekiştirilmiş İhtisas Komisyonu'nca oluşturulan ‘on parmak yöntemi' ile Türkçe için ideal klavyeyi 20 Ekim 1955'te Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi'ne ‘Standart Türk Klavyesi' olarak kabul ettirdi. Türkiye'deki tüm daktilo makinelerinin F klavyeye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu'na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak kabul edilmesiyle kesinleşti. 25 yıllık bir mücadelenin sonunda kendisine inananların da yardımları ile o günlerde ‘Klavye İnkılabı' olarak anılan bu standardizasyonu gerçekleştiren İhsan Yener, ‘F klavyenin babası'dır.
F klavyeyi öğrenen ‘iki adam' yerine geçer.

GÜNÜN SÖZÜ

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!.. Tercih hataları ak günlere götürmez insanları... Olacaksan bari keçi ol da bilsinler inadını, yolamasınlar tüylerini, binemesinler sırtına ve de kolay güdemesinler seni!..”
(Mehmet Halil ARIK DENİZLİ)

10 günde öğren

BİZ on parmak yazmayı, gazeteci ağabeyimiz Ertum Öcal'dan öğrenmiştik Cumhuriyet'te... Övünmek değil ama biz en az 50 kişiye de pratik yoldan, meraklılarına (yaklaşık 10 günde) on parmak daktilo öğrettiğimizi övünerek söyleyebiliriz. Bu bakımdan Türkiye'de yabancı modelle (Q modeli ile) sürdürmek isteyenler kendilerini daha çok yoruyor. Biz Hürriyet camiası olarak F klavyeyi kullanıyoruz. Y.B.

Biliyor musunuz?

İSTANBUL, Ankara ve İzmir Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Mor Filüksinos Yusuf Çetin'in metropolit oluşunun 25. yıldönümü nedeniyle 2 Ekim Pazar akşamı İstanbul Hilton'da bir davet verileceğini...

Haftada 5 litre süt

ÇİĞ Süt Üreticileri Derneği'nden: Her hafta 5 litre çiğ süt satın alınız. Haftalık yoğurdunuzu, peynirinizi çiğ sütten yapınız.
Çiğ süt gerçek gıdadır.

Neden mi F Klavye


Neden mi F klavye

Hürriyet yazarı yazdı: Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlar... F klavye mi Q klavye mi tartışmalarına Hürriyet yazarlarından Yalçın Bayer de katıldı. Dünyanın en bilimsel klavyesinin F klavye olduğunu ileri süren Bayer, F klavyenin Türkçe'ye uygun olarak hazırlandığını dile getirerek, Türkiye'nin klavye yarışmalarında 25'i rekorlu 59 şampiyonluk elde ettiğini hatırlattı.

İşte Bayer'in 'Neden F klavye?' başlıklı o yazısı

“F klavye, dünyanın en bilimsel klavyesidir. Bu özelliğine Türkçenin matematikselliği ve bilimselliğin fiziksel gerekleri de eklenince ortaya mükemmel bir klavye çıkmıştır. Klavye Türkçeye uygun olarak hazırlanmıştır. Türkçede en çok kullanılan harfler, klavyenin ortasına (en güçlü parmakların bastığı alanlara) dizilmiş, daha az sıklıkla kullanılan harfler kullanım oranlarına göre kenarlara doğru yayılmıştır. Bu şekilde mümkün olan en yüksek yazma hızı sağlanmıştır. F klavye sadece Türkçe değil, İngilizce, Fransızca gibi başka Latin dillerinde de hızlı yazmayı sağlayan bir klavyedir. Dünya şampiyonalarında alınan çok dilli yarış dereceleri ve rekorları bunun kanıtıdır.

3 KAT SÜRAT

Türkçeye uygun olmayan, fakat ülkemizde bilinçsizce kullanılan ve hatta İngilizceye bile uygun olmayan 1873 model Q klavye kullanmanın hiçbir avantajı yoktur. Şimdiye kadar hiçbir İngiliz ve Amerikalı Q klavyeyle anadillerinde dünya şampiyonu olamamışlarken, Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlardır. Q klavyeyi, bu klavyeyi kullanan uluslar bile beğenmemektedir. Q klavyede harfler kullanım sıklığına göre değil, mekanik yazı makinelerinde harf çubuklarının birbirine takılmaması amaçlanarak dizilmiştir. Oysa bugün yazıcı makineler artık elektroniktir, harf çubuklarının birbirine takılması gibi bir sorun yoktur. F klavye ile yazanlar Q klavyeyle yazanların 2-3 katı sürate ulaşırlar. Ortalama bir süratte yazan bir F klavye kullanıcısı saniyede 3-4 vuruş yapar. (Bilimsel eğitimle klavye kullanan kişiler saniyede 10-12 vuruşun üzerine çıkabilmektedirler.)

AVANTAJI BİLİNMİYOR

F klavye ile bilimsel yazmayı öğrenerek yazmaya harcanan zaman % 80 azaltılabilir. Böylece kazanılan zaman, bilgisayarda başka işleri yapmaya, daha hızlı çalışmaya veya öğrenmeye ya da gereken herhangi bir işe ayrılabilir. F klavye ile bilimsel çalışmanın pek çok kişinin dikkatini çekmeyen çok önemli bir avantajı daha vardır: Anlayarak yazabilir; yazarken düşünebilir. Anlayarak veya düşünerek yazma yönteminde işlerini daha doğru yapabilir, hatalarını azaltabilir, daha verimli ve mükemmel yazılar hazırlayabilir. Kalem yerine bilgisayarla yazanlar, gözleriyle harf ve işaretleri aramayıp, gözleriyle yazacağı metni ya da ekranı izleyebilir; böylece konsantrasyonu bozulmaz, daha verimli çalışır.” Bu bilgiyi İhsan Yener’den bizzat istedik, öğrenilmesi için. Eksik olmasın gönderdi; dileriz yararı olur. ‘Şampiyon Daktilo Kursları’ diye bilinen dershanesiyle Türkiye’de binlerce öğrenci yetiştiren ve onları meslek sahibi yapan ‘madalyalık’ bir öğretmendir Yener...

1943’TEN BERİ MÜCADELE

Bilimsel temellere dayalı standart bir Türk klavyesi geliştirilmesinin zorunluluğuna inanmış... Bu konuda 1943’ten itibaren ‘daktilo öğretmeni’ sıfatı ile sürdürdüğü çalışmalarının dikkate alınmasını ancak 1955’te başarabilmiş. Yabancı uzmanlarla da pekiştirilmiş İhtisas Komisyonu’nca oluşturulan ‘on parmak yöntemi’ ile Türkçe için ideal klavyeyi 20 Ekim 1955’te Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi’ne ‘Standart Türk Klavyesi’ olarak kabul ettirdi. Türkiye’deki tüm daktilo makinelerinin F klavyeye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu’na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak kabul edilmesiyle kesinleşti. 25 yıllık bir mücadelenin sonunda kendisine inananların da yardımları ile o günlerde ‘Klavye İnkılabı’ olarak anılan bu standardizasyonu gerçekleştiren İhsan Yener, ‘F klavyenin babası’dır. F klavyeyi öğrenen ‘iki adam’ yerine geçer.

F klavye neden cazip?


F klavye neden cazip?

F klavye mi Q klavye mi tartışmalarına Hürriyet yazarlarından Yalçın Bayer de katıldı. Dünyanın en bilimsel klavyesinin F klavye olduğunu ileri süren Bayer, F klavyenin Türkçe'ye uygun olarak hazırlandığını dile getirerek, Türkiye'nin klavye yarışmalarında 25'i rekorlu 59 şampiyonluk elde ettiğini hatırlattı.

İşte Bayer'in 'Neden F klavye?' başlıklı o yazısı

“F klavye, dünyanın en bilimsel klavyesidir. Bu özelliğine Türkçenin matematikselliği ve bilimselliğin fiziksel gerekleri de eklenince ortaya mükemmel bir klavye çıkmıştır. Klavye Türkçeye uygun olarak hazırlanmıştır. Türkçede en çok kullanılan harfler, klavyenin ortasına (en güçlü parmakların bastığı alanlara) dizilmiş, daha az sıklıkla kullanılan harfler kullanım oranlarına göre kenarlara doğru yayılmıştır. Bu şekilde mümkün olan en yüksek yazma hızı sağlanmıştır. F klavye sadece Türkçe değil, İngilizce, Fransızca gibi başka Latin dillerinde de hızlı yazmayı sağlayan bir klavyedir. Dünya şampiyonalarında alınan çok dilli yarış dereceleri ve rekorları bunun kanıtıdır.

3 KAT SÜRAT

Türkçeye uygun olmayan, fakat ülkemizde bilinçsizce kullanılan ve hatta İngilizceye bile uygun olmayan 1873 model Q klavye kullanmanın hiçbir avantajı yoktur. Şimdiye kadar hiçbir İngiliz ve Amerikalı Q klavyeyle anadillerinde dünya şampiyonu olamamışlarken, Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlardır. Q klavyeyi, bu klavyeyi kullanan uluslar bile beğenmemektedir. Q klavyede harfler kullanım sıklığına göre değil, mekanik yazı makinelerinde harf çubuklarının birbirine takılmaması amaçlanarak dizilmiştir. Oysa bugün yazıcı makineler artık elektroniktir, harf çubuklarının birbirine takılması gibi bir sorun yoktur. F klavye ile yazanlar Q klavyeyle yazanların 2-3 katı sürate ulaşırlar. Ortalama bir süratte yazan bir F klavye kullanıcısı saniyede 3-4 vuruş yapar. (Bilimsel eğitimle klavye kullanan kişiler saniyede 10-12 vuruşun üzerine çıkabilmektedirler.)

AVANTAJI BİLİNMİYOR

F klavye ile bilimsel yazmayı öğrenerek yazmaya harcanan zaman % 80 azaltılabilir. Böylece kazanılan zaman, bilgisayarda başka işleri yapmaya, daha hızlı çalışmaya veya öğrenmeye ya da gereken herhangi bir işe ayrılabilir. F klavye ile bilimsel çalışmanın pek çok kişinin dikkatini çekmeyen çok önemli bir avantajı daha vardır: Anlayarak yazabilir; yazarken düşünebilir. Anlayarak veya düşünerek yazma yönteminde işlerini daha doğru yapabilir, hatalarını azaltabilir, daha verimli ve mükemmel yazılar hazırlayabilir. Kalem yerine bilgisayarla yazanlar, gözleriyle harf ve işaretleri aramayıp, gözleriyle yazacağı metni ya da ekranı izleyebilir; böylece konsantrasyonu bozulmaz, daha verimli çalışır.” Bu bilgiyi İhsan Yener’den bizzat istedik, öğrenilmesi için. Eksik olmasın gönderdi; dileriz yararı olur. ‘Şampiyon Daktilo Kursları’ diye bilinen dershanesiyle Türkiye’de binlerce öğrenci yetiştiren ve onları meslek sahibi yapan ‘madalyalık’ bir öğretmendir Yener...

1943’TEN BERİ MÜCADELE

Bilimsel temellere dayalı standart bir Türk klavyesi geliştirilmesinin zorunluluğuna inanmış... Bu konuda 1943’ten itibaren ‘daktilo öğretmeni’ sıfatı ile sürdürdüğü çalışmalarının dikkate alınmasını ancak 1955’te başarabilmiş. Yabancı uzmanlarla da pekiştirilmiş İhtisas Komisyonu’nca oluşturulan ‘on parmak yöntemi’ ile Türkçe için ideal klavyeyi 20 Ekim 1955’te Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi’ne ‘Standart Türk Klavyesi’ olarak kabul ettirdi. Türkiye’deki tüm daktilo makinelerinin F klavyeye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu’na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak kabul edilmesiyle kesinleşti. 25 yıllık bir mücadelenin sonunda kendisine inananların da yardımları ile o günlerde ‘Klavye İnkılabı’ olarak anılan bu standardizasyonu gerçekleştiren İhsan Yener, ‘F klavyenin babası’dır. F klavyeyi öğrenen ‘iki adam’ yerine geçer.

F klavye neden cazip?


F klavye neden cazip?

F klavye mi Q klavye mi tartışmalarına Hürriyet yazarlarından Yalçın Bayer de katıldı. Dünyanın en bilimsel klavyesinin F klavye olduğunu ileri süren Bayer, F klavyenin Türkçe'ye uygun olarak hazırlandığını dile getirerek, Türkiye'nin klavye yarışmalarında 25'i rekorlu 59 şampiyonluk elde ettiğini hatırlattı.

İşte Bayer'in 'Neden F klavye?' başlıklı o yazısı

“F klavye, dünyanın en bilimsel klavyesidir. Bu özelliğine Türkçenin matematikselliği ve bilimselliğin fiziksel gerekleri de eklenince ortaya mükemmel bir klavye çıkmıştır. Klavye Türkçeye uygun olarak hazırlanmıştır. Türkçede en çok kullanılan harfler, klavyenin ortasına (en güçlü parmakların bastığı alanlara) dizilmiş, daha az sıklıkla kullanılan harfler kullanım oranlarına göre kenarlara doğru yayılmıştır. Bu şekilde mümkün olan en yüksek yazma hızı sağlanmıştır. F klavye sadece Türkçe değil, İngilizce, Fransızca gibi başka Latin dillerinde de hızlı yazmayı sağlayan bir klavyedir. Dünya şampiyonalarında alınan çok dilli yarış dereceleri ve rekorları bunun kanıtıdır.

3 KAT SÜRAT

Türkçeye uygun olmayan, fakat ülkemizde bilinçsizce kullanılan ve hatta İngilizceye bile uygun olmayan 1873 model Q klavye kullanmanın hiçbir avantajı yoktur. Şimdiye kadar hiçbir İngiliz ve Amerikalı Q klavyeyle anadillerinde dünya şampiyonu olamamışlarken, Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlardır. Q klavyeyi, bu klavyeyi kullanan uluslar bile beğenmemektedir. Q klavyede harfler kullanım sıklığına göre değil, mekanik yazı makinelerinde harf çubuklarının birbirine takılmaması amaçlanarak dizilmiştir. Oysa bugün yazıcı makineler artık elektroniktir, harf çubuklarının birbirine takılması gibi bir sorun yoktur. F klavye ile yazanlar Q klavyeyle yazanların 2-3 katı sürate ulaşırlar. Ortalama bir süratte yazan bir F klavye kullanıcısı saniyede 3-4 vuruş yapar. (Bilimsel eğitimle klavye kullanan kişiler saniyede 10-12 vuruşun üzerine çıkabilmektedirler.)

AVANTAJI BİLİNMİYOR

F klavye ile bilimsel yazmayı öğrenerek yazmaya harcanan zaman % 80 azaltılabilir. Böylece kazanılan zaman, bilgisayarda başka işleri yapmaya, daha hızlı çalışmaya veya öğrenmeye ya da gereken herhangi bir işe ayrılabilir. F klavye ile bilimsel çalışmanın pek çok kişinin dikkatini çekmeyen çok önemli bir avantajı daha vardır: Anlayarak yazabilir; yazarken düşünebilir. Anlayarak veya düşünerek yazma yönteminde işlerini daha doğru yapabilir, hatalarını azaltabilir, daha verimli ve mükemmel yazılar hazırlayabilir. Kalem yerine bilgisayarla yazanlar, gözleriyle harf ve işaretleri aramayıp, gözleriyle yazacağı metni ya da ekranı izleyebilir; böylece konsantrasyonu bozulmaz, daha verimli çalışır.” Bu bilgiyi İhsan Yener’den bizzat istedik, öğrenilmesi için. Eksik olmasın gönderdi; dileriz yararı olur. ‘Şampiyon Daktilo Kursları’ diye bilinen dershanesiyle Türkiye’de binlerce öğrenci yetiştiren ve onları meslek sahibi yapan ‘madalyalık’ bir öğretmendir Yener...

1943’TEN BERİ MÜCADELE

Bilimsel temellere dayalı standart bir Türk klavyesi geliştirilmesinin zorunluluğuna inanmış... Bu konuda 1943’ten itibaren ‘daktilo öğretmeni’ sıfatı ile sürdürdüğü çalışmalarının dikkate alınmasını ancak 1955’te başarabilmiş. Yabancı uzmanlarla da pekiştirilmiş İhtisas Komisyonu’nca oluşturulan ‘on parmak yöntemi’ ile Türkçe için ideal klavyeyi 20 Ekim 1955’te Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi’ne ‘Standart Türk Klavyesi’ olarak kabul ettirdi. Türkiye’deki tüm daktilo makinelerinin F klavyeye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu’na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak kabul edilmesiyle kesinleşti. 25 yıllık bir mücadelenin sonunda kendisine inananların da yardımları ile o günlerde ‘Klavye İnkılabı’ olarak anılan bu standardizasyonu gerçekleştiren İhsan Yener, ‘F klavyenin babası’dır. F klavyeyi öğrenen ‘iki adam’ yerine geçer.

Neden F klavye?


Neden F klavye?

F klavye mi Q klavye mi tartışmalarına Hürriyet yazarlarından Yalçın Bayer de katıldı. Dünyanın en bilimsel klavyesinin F klavye olduğunu belirten Bayer, F klavyenin Türkçe'ye uygun olarak hazırlandığını dile getirerek, Türkiye'nin klavye yarışmalarında 25'i rekorlu 59 şampiyonluk elde ettiğini hatırlattı.

İşte Bayer'in 'Neden F klavye?' başlıklı o yazısı

“F klavye, dünyanın en bilimsel klavyesidir. Bu özelliğine Türkçenin matematikselliği ve bilimselliğin fiziksel gerekleri de eklenince ortaya mükemmel bir klavye çıkmıştır. Klavye Türkçeye uygun olarak hazırlanmıştır. Türkçede en çok kullanılan harfler, klavyenin ortasına (en güçlü parmakların bastığı alanlara) dizilmiş, daha az sıklıkla kullanılan harfler kullanım oranlarına göre kenarlara doğru yayılmıştır. Bu şekilde mümkün olan en yüksek yazma hızı sağlanmıştır. F klavye sadece Türkçe değil, İngilizce, Fransızca gibi başka Latin dillerinde de hızlı yazmayı sağlayan bir klavyedir. Dünya şampiyonalarında alınan çok dilli yarış dereceleri ve rekorları bunun kanıtıdır.

3 KAT SÜRAT

Türkçeye uygun olmayan, fakat ülkemizde bilinçsizce kullanılan ve hatta İngilizceye bile uygun olmayan 1873 model Q klavye kullanmanın hiçbir avantajı yoktur. Şimdiye kadar hiçbir İngiliz ve Amerikalı Q klavyeyle anadillerinde dünya şampiyonu olamamışlarken, Türkler bugüne kadar, F klâvye sayesinde 25 rekorlu 59 şampiyonluk kazanmışlardır. Q klavyeyi, bu klavyeyi kullanan uluslar bile beğenmemektedir. Q klavyede harfler kullanım sıklığına göre değil, mekanik yazı makinelerinde harf çubuklarının birbirine takılmaması amaçlanarak dizilmiştir. Oysa bugün yazıcı makineler artık elektroniktir, harf çubuklarının birbirine takılması gibi bir sorun yoktur. F klavye ile yazanlar Q klavyeyle yazanların 2-3 katı sürate ulaşırlar. Ortalama bir süratte yazan bir F klavye kullanıcısı saniyede 3-4 vuruş yapar. (Bilimsel eğitimle klavye kullanan kişiler saniyede 10-12 vuruşun üzerine çıkabilmektedirler.)

AVANTAJI BİLİNMİYOR

F klavye ile bilimsel yazmayı öğrenerek yazmaya harcanan zaman % 80 azaltılabilir. Böylece kazanılan zaman, bilgisayarda başka işleri yapmaya, daha hızlı çalışmaya veya öğrenmeye ya da gereken herhangi bir işe ayrılabilir. F klavye ile bilimsel çalışmanın pek çok kişinin dikkatini çekmeyen çok önemli bir avantajı daha vardır: Anlayarak yazabilir; yazarken düşünebilir. Anlayarak veya düşünerek yazma yönteminde işlerini daha doğru yapabilir, hatalarını azaltabilir, daha verimli ve mükemmel yazılar hazırlayabilir. Kalem yerine bilgisayarla yazanlar, gözleriyle harf ve işaretleri aramayıp, gözleriyle yazacağı metni ya da ekranı izleyebilir; böylece konsantrasyonu bozulmaz, daha verimli çalışır.” Bu bilgiyi İhsan Yener’den bizzat istedik, öğrenilmesi için. Eksik olmasın gönderdi; dileriz yararı olur. ‘Şampiyon Daktilo Kursları’ diye bilinen dershanesiyle Türkiye’de binlerce öğrenci yetiştiren ve onları meslek sahibi yapan ‘madalyalık’ bir öğretmendir Yener...

1943’TEN BERİ MÜCADELE

Bilimsel temellere dayalı standart bir Türk klavyesi geliştirilmesinin zorunluluğuna inanmış... Bu konuda 1943’ten itibaren ‘daktilo öğretmeni’ sıfatı ile sürdürdüğü çalışmalarının dikkate alınmasını ancak 1955’te başarabilmiş. Yabancı uzmanlarla da pekiştirilmiş İhtisas Komisyonu’nca oluşturulan ‘on parmak yöntemi’ ile Türkçe için ideal klavyeyi 20 Ekim 1955’te Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi’ne ‘Standart Türk Klavyesi’ olarak kabul ettirdi. Türkiye’deki tüm daktilo makinelerinin F klavyeye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu’na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından “zorunlu standart” olarak kabul edilmesiyle kesinleşti. 25 yıllık bir mücadelenin sonunda kendisine inananların da yardımları ile o günlerde ‘Klavye İnkılabı’ olarak anılan bu standardizasyonu gerçekleştiren İhsan Yener, ‘F klavyenin babası’dır. F klavyeyi öğrenen ‘iki adam’ yerine geçer.

Türkçe alfabe F klavye ile kurtulacak


Hükümetin geçen hafta aldığı çok önemli bir karar gözlerden kaçtı. İnternet sansürü gibi Türkiye'yi temelinden tehdit eden ciddi bir konuyu görmezlikten gelen medya bu kez de hükümetin Türkçe'yi temelinden koruyacak dev adımını kavrayamadı ve ilgisiz kaldı.

Hızla gelişen teknoloji karşısında yitirmek üzere olduğumuz Türkçe alfabe hükümetin bu kararıyla kurtulmak üzere. Kararın mimarı AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem. Karar ise 15 milyon öğrenciye ücretsiz dağıtılacak olan tablet bilgisayarların klavyesinin bir özelliği ile ilgili. Öğrencilere tablet bilgisayar dağıtma kararı zaten başlı başına dev bir adımdı. Tablet bilgisayarlara F klavye zorunluluğu getirilmesi ise ekmek kadayıfının kaymağı gibi oldu.

Emre Kongar ile birlikte yıllardır bıkmadan usanmadan F klavyenin önemini gündemde tutmaya çalışıyoruz. Başlangıçta Emre Aköz, Doğan Hızlan gibi isimler de yanımızdaydı ama sonra nedense ilgilerini yitirdiler bu önemli konuya.

Ne yazık ki F klavye meselesinin kuşaklar arası bir sorundan ibaret olmadığını hala yeterince anlatamadık.Geçen gün Hürriyet'ten Banu Tuna'nın F-Q klavye tartışmasını çok güzel bir şekilde özetlediği yazısının da tek kusuru sorunu bir kuşak meselesine indirgemesiydi. Bir de yazının bir yerinde 'uyduruk Q klavye' tanımı için 'Yurtsan Atakan'ın kendi tabiriyle' demesine takıldım.

Hayır sevgili Banu, birincisi 'uyduruk Q klavye' demiyorum, 'uyduruk Türkçe Q klavye' diyorum. İkincisi bu benim tabirim olmaktan çok bir gerçeğin ifadesi. Türkçe Q klavye kelimenin tam anlamıyla uyduruk bir harf dizilişi. Bilgisayar ithalatının hızlanıp, bilgisayarların hayatımıza hızla girmeye başladığı yıllarda uyanık bilgisayar tacirlerinin uydurdukları, akıllarınca pratik bir çözümün sonucudur.

O güne kadar Türkiye'de standart olarak kullanılan F klavye dizilişine uygun klavyeler üretmenin maliyetinden kaçmak için Türkçe karakterleri klavyenin sağ tarafındaki az kullanılan tuşların üzerine rastgele öbekleyerek halka kakaladıkları bir ucubedir.
Şimdi de cep telefonu ithalatçılarının bize kakaladıkları telefonlardaki ucube klavye dizilişlerine bakarsak, o günün bilgisayar ithalatçılarını da mumla aramamız gerekir.

Bilgisayar ithalatçılarının uyduruk Q klavye uyanıklığına devletten hiçbir yaptırımın gelmemesinden cesaret almış olacaklar ki, cep telefonu ithalatçıları klavyelerine Türkçe harfleri hiç koymadılar.

Türkçe F klavyeden uyduruk Türkçe Q klavyeye geçişte Türkçe yazmaya uygun bir klavye dizilişinden olmuştu yeni nesil. Türkçe karakterleri tamamen dışlayan cep telefonu kuşağı ise Türkçe alafabeden olmak üzereydi. Türkçe karakterlerin olmadığı cep telefonlarını kullana kullana içinde Türkçe harflerin hiç kullanılmadığı yeni bir dil geliştirdiler gençler kendi aralarında.
Ekrem Erdem'in çabalarıyla Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) bir yönetmelik çıkarmış ve Türkiye'ye ithal edilecek telefonlara Türkçe karakterleri destekleme zorunluluğu getirilmişti. Ancak BTK bu yönetmeliği baştan savma çıkartığı için ithalatçılara yeni uyanıklıkların kapısı aralık bırakılmıştı. Evet artık Türkiye'ye gelen cep telefonlarında Türkçe karakterleri kullanarak yazmak mümkün ama bunu yapmak için türlü cambazlıklara katlanmak gerekiyor. Çünkü yönetmelik cep telefonlarına harf dizilişi standardı getirmiyor. Getirmediği için de bu telefonlarda örneğin 'ş' harfi yazmak için 's' harfine uzun basmak, 'ş' harfini bulmak için aynı anda bir başka tuşa basmak gibi pratik olmayan uyduruk çözümler sunuluyor.

Öğrencilere dağıtılacak tablet bilgisayarlara Türkçe F klavye dizilişinin şart konması, kaybetmekte olduğumuz Türkçe alfabeyi yeniden kazanmamız anlamına geliyor. Darısı BTK mağduru cep telefonu kullanıcılarının başına...

Tabletler F klavye olacak


Tabletler F klavye olacak

Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı da olan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem'in bilgisayarlarda Türkçe'ye daha uygun olan "F" klavye kullanılmasını özendirme girişimleri uygulamaya geçiyor.

Erdem'in girişimleriyle Fatih projesi kapsamında okullarda dağıtılacak olan bilgisayarlara "F" klavye şartı getirildi.

Q Türkçe'ye ters
Bu işin peşini bırakmayacağını vurgulayan Erdem, "Q klavye Türkçe'ye ters, Q klavye ile yazmak daha zor. Çünkü Türkçe'de çok kullanılan harflerin yeri kıyıda köşede kalmış.

F klavyede ise tam tersi, Türkçe'de en çok kullanılan harfler hemen parmaklarımızın altında. F klavye ile yazı akıp gidiyor" diye konuştu. Erdem, "Q klavye ile yazma alışkanlığını değiştirmek biraz zor. Ama ilk etapta, bilgisayarla henüz tanışan çocuklarımız üzerine yoğunlaşacağız" dedi.

Devler sırada


Öte yandan Fatih projesi üreticiler için de önemli fırsat ortaya çıkardı. Microsoft, Apple, Cisco ve Intel gibi dev yazılım şirketleri, iştah kabartan 15 milyonluk pazar için kulisleri hızlandırdı.

22 Eylül 2011 Perşembe

Ekrem Erdem‘in "Boğaziçi Kitap Günleri" Kapsamında Düzenlenen "Dilimiz Kimliğimizdir ve Türkiye’de F Klavye" Konulu Konuşması

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Dil ve Edebiyat Derneği (DED) Genel Başkanı Ekrem Erdem, savaşların, kavgaların ve şiddetin temel nedeninin dil olduğunu belirterek, "Meramını anlatamayan insan, ifadenin bir başka şekli olan şiddete başvurur. Dil meselesini halletsek aile saadetimiz artacak, sokakta şiddet olmayacak" dedi.

Erdem, "Boğaziçi Kitap Günleri" kapsamında düzenlenen "Dilimiz Kimliğimizdir ve Türkiye’de F Klavye" konulu konferansta yaptığı konuşmada, dilin insanın en önemli varlığı olduğunu söyledi.

İnsanların Türkçe’nin önemi konusunda dikkatli olmadığını ifade eden Erdem, "Bugün Varsak, bunu biraz da dilimize borçluyuz. Varlık sebebimiz olan dilimizi yeterince güzel kullanmıyoruz. Adeta milletçe el ele vererek dilimizi tüketme noktasında bilerek ya da bilmeyerek ciddi bir gayretin içerisindeyiz" diye konuştu.

Erdem, dilin, insanın her şeyi olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti: "Dil paradır, ekonomidir, kültürdür, dindir, kişiliktir. Ancak her şeyimiz olan, bizi biz yapan bir değeri şuursuzluğumuzdan, bilmediğimizden, önemsemediğimizden hor kullandık. Birinci dersimiz Türkçe olmalı, Türkçe’yi bir baraj dersi haline getirmek lazım. Çünkü hayatta başarılı olmanın yolu dilden geçer. Türkçe’yi doğru kullanamayanların diğer derslerde başarılı olma, hayatta başarılı olma şansı yoktur." Dilin, insanın kimliği olduğu kadar kişiliği de olduğunu dile getiren Erdem, dil olmadan insanın bir şey ifade edemeyeceğini kaydetti.

Erdem, dilin korunması gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bizi toplumda değerli yapan dilimizdir. Bizi toplumda kaba ya da kibar insan yapan dilimizdir. Bir insanın çapı diliyle doğru orantılıdır. İnsan dile ne kadar hakimse o oranda kalitelidir. Bugün savaşların, kavgaların, şiddetin temel nedeni dildir. Meramını anlatamayan insan, ifadenin bir başka şekli olan şiddete başvurur. Dil meselesini halletsek aile saadetimiz artacak, sokakta şiddet olmayacak. Dili o kadar kaba kullanıyoruz ki farkında bile değiliz. Biri buna ayna tuttuğu zaman da kızıyoruz."

"TÜRKÇE’YE TALEP ARTIYOR"Dilini kaybeden toplumların tarihte yok olup gittiğini anlatan Erdem, "Türkçe, dünyanın en köklü, en eski dillerinden biri. Türkçe daima devlet dili olmuştur. Bugün dünya ağırlıklı olarak 15 dili konuşur. Türkçe, Afrika’dan Asya’ya ve Avrupa’ya kadar çok büyük bir coğrafyada konuşulan bir dildir. Türkiye büyüdükçe ve geliştikçe, dış politikada belirleyici oldukça dilimize de talep artıyor" diye konuştu.

Erdem, iletişim dili ile ana dilin karıştırılmaması gerektiğinin altını çizerek, "Yabancı dil öğrenmek için kendi dilimizi yok ediyoruz. Yabancı dil bilmemek bir noksanlık, ama önce kendi dilimizi koruyarak bunu yapmak durumundayız" diye konuştu.
Türkçe’nin kelime üretmek için en müsait dillerden biri olduğunu aktaran Erdem, bununla ilgili örnekler verdi.
Erdem, "Türkçe zengin bir dil. İngilizce’de kelime sayısının 750 bin olduğu söyleniyor. İddia ediyorum, Türkçe kelime sayısı İngilizce kelime sayısından daha az değil" dedi.

Diğer dillerdeki kelimelerin motamot Türkçe’ye alınmasının dili yok ettiğini savunan Erdem, "Yabancı kelimeleri duyduğumuz gibi yazalım, yazdığımız gibi de okuyalım. İngilizce okuyarak İngilizce’yi zorla dayatıyoruz" şeklinde konuştu.

F KLAVYEEkrem Erdem, Türkçe’nin bilgisayar klavyesinde de dışlandığını ileri sürerek, "Klavyenin üzerinde yazan ’delete’, ’escape’ gibi kelimeleri Türkçeleştirelim. Q klavye ağır yazmak üzerine. İlk defa daktilo çıktığında kafalar karışmasın diye, zor yazılsın diye en çok kullanılan harfler ulaşılması zor yere yerleştirilmiş. F klavye çok pratik, harfler kullanım sıklığına göre yerleştirilmiş" ifadelerini kullandı.
Okullara dağıtılacak yeni bilgisayarların tamamının F klavyeli olacağını aktaran Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu, F klavyenin önünü açacak. Ben iddia ediyorum, sağlık açısından da F klavye diyorum. Q klavye sağlık açısından zararlı. 10 parmak yazmak F klavye ile mümkün. Q klavye ile 10 parmak yazsan bile bakmak zorundasın. Bakınca göz kuruluğundan tutun çeşitli gözrahatsızlıklarına neden olabiliyor. Ortopedik olarak da bir sürü rahatsızlıklara yol açıyor vücutta. F klavyede vücut rahat ediyor ve parmaklar klavyenin üzerinde kayıyor."

Erdem, yakın zamanda kamu kurum ve kuruluşlarında F klavye kullanılacağını belirterek, isteyenlerin Q klavye kullanmaya devam edebileceğini kaydetti.

Konuşmasının ardından katılımcıların sorularını da yanıtlayan Erdem, bir kişinin, "Laiklik kelimesinin Türkçesinin bulunmasını talep ediyorum" demesi üzerine, "Bunları siyasetçiler yapmayacak. Bu kelime yerleşmiş, bazı kelimeleri değiştirmenin anlamı yok. Zorlamanın anlamı yok" diye karşılık verdi

Erdem: Dil meselesini halletsek aile saadetimiz artacak, sokakta şiddet olmayacak











16 Eylül 2011 Cuma

21 Eylül Çarşamba günü saat 15:00-16:00 arası Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı Ekrem ERDEM "Dilimiz Kimliğimizdir ve Türkiye'de F Klavye" Konuşma Programıyla Boğaziçi Kitap Fuarı İstanbul Kongre Merkezi Harbiye'de.

Açık Adresi Taşkışla Caddesi (Harbiye Orduevi Yanı)

13 Eylül 2011 Salı

Dil ve Edebiyat Derneği'nde

OĞUZ GÜLAY' dan

Diksiyon, Doğru ve Güzel Konuşma Dersleri



Kurs ProgramıKurs Başlama Tarihi: 17 Ekim 2011 (Pazartesi)
Kurs Bitiş Tarihi: 26 Aralık 2011(Pazartesi)
Kurs Süresi: 10 Hafta
Kurs Saatleri :18:30 - 21:00


Detaylı Bilgi İçin: 0212 581 61 72

12 Eylül 2011 Pazartesi

Klasik şiirimiz halktan kopuk mu?

 DİL VE EDEBİYAT DERGİSİ
Klasik şiirimiz halktan kopuk mu?

Dil ve Edebiyat dergisi, geçen sayısında Prof. Dr. Kemal Yavuz tartışma yaratan bir iddiayı gündeme getirmiş ve Ali Şir Nevayî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarmıştı. Eylül sayısında ise ayın dosyasını, Prof. Dr. A. Atilla Şentürk’ün hazırladığı ve “dünyasının içine girdiğinizde, size hoşça vakit geçirten bir meddah yahut usta bir orta oyuncusu veya yerine göre bir ressam yahut karikatürcü olduğu görülecektir” dediği Zâtî’nin hayatı ve sanat anlayışı oluşturuyor.


Prof. Şentürk, klasik Türk şiiri üzerinde bir ön kabule dönüştürülmeye çalışılan bir yanılgıya da dikkat çekiyor. Klasik şiirimizin halktan uzak, İran ve Arap taklitçisi bir edebiyatın ürünü olarak takdim edilmeye çalışılmasını da eleştirerek bunun yanlış bir kanaat olduğunu Zâtî’nin eserleri ve kişiliği üzerinden örnekler vererek açıklıyor. Şentürk, bu anlayışı, son yüzyılın yerli kültür ve geleneklere uzak yetişen aydınlarının “Eğer ben bu şiiri anlayamıyorsam, halk hiç anlayamaz, dolayısıyla bu şiir halkın şiiri olamaz” şeklinde geliştirdiği çarpık bir mantığın ürünü olabileceğini ileri sürüyor.

İçinde doğup büyüdükleri ırmağa yabancı kalan aydınlarımızın yanıltıcı etkilerini tamamen engellemek elbette mümkün değil… Türk edebiyatının ve kültür hayatının en önemli araştırmacılarından biri olan Beşir Ayvazoğlu da benzer etkilerden şikâyetçi. “Bu toprağın kültürüne ve değerlerine kendilerini en yabancı hisseden aydınların içinde bile, bu kültürün bir vicdan azabı gibi konuştuğundan, derinlere yürümüş bir kıymık gibi onları sürekli rahatsız ettiğinden eminim” dediği kendisiyle yapılan söyleşiyi de dergide okuyabilirsiniz.

Dergide yer alan diğer yazar ve şairlerden bazıları şunlar: Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Recep Garip, Özcan Ergiydiren, Mustafa Miyasoğlu, Şenol Tanju, Servet Tiken, Ömer Solak…

Ücretsiz Tabletler F Klavye Olacak

Ücretsiz Tabletler F Klavye Olacak

Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı da olan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem’in bilgisayarlarda Türkçe’ye daha uygun olan “F” klavye kullanılmasını özendirme girişimleri uygulamaya geçiyor. Erdem’in girişimleriyle Fatih projesi kapsamında okullarda dağıtılacak olan bilgisayarlara “F” klavye şartı getirildi.

Q Türkçe’ye ters

Bu işin peşini bırakmayacağını vurgulayan Erdem, “Q klavye Türkçe’ye ters, Q klavye ile yazmak daha zor. Çünkü Türkçe’de çok kullanılan harflerin yeri kıyıda köşede kalmış. F klavyede ise tam tersi, Türkçe’de en çok kullanılan harfler hemen parmaklarımızın altında. F klavye ile yazı akıp gidiyor” diye konuştu. Erdem, “Q klavye ile yazma alışkanlığını değiştirmek biraz zor. Ama ilk etapta, bilgisayarla henüz tanışan çocuklarımız üzerine yoğunlaşacağız” dedi.

Devler sırada

Öte yandan Fatih projesi üreticiler için de önemli fırsat ortaya çıkardı. Microsoft, Apple, Cisco ve Intel gibi dev yazılım şirketleri, iştah kabartan 15 milyonluk pazar için kulisleri hızlandırdı.

9 Eylül 2011 Cuma

HaberPan'dan Eylül Sayısı Haberi


Halkın şiiri mi, 'Yüksek Zümre'nin şiiri mi?

Haber Merkezi / TİMETURK

Dil ve Edebiyat Derneği tarafından yayımlanan ve beğeniyle takip edilen Dil ve Edebiyat Dergisinin 33. sayısı raflardaki yerini aldı.

Dergi bu sayısında da okuyucularına yeni ufuklar sunuyor.

Dil ve Edebiyat'ta dergisinin 33. sayısında neler var? İşte editörün kaleminden derginin içeriği:

Geçen sayımızda Prof. Dr. Kemal Yavuz tartışma yaratan bir iddiayı gündeme getirmiş ve Ali Şir Nevayî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarmıştı.

Bu sayımızda da yine tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla karşınıza çıktığımızı düşünüyoruz.

Ayın Dosyası’nı, Prof. Dr. A. Atilla Şentürk’ün hazırladığı ve “dünyasının içine girdiğinizde, size hoşça vakit geçirten bir meddah yahut usta bir orta oyuncusu veya yerine göre bir ressam yahut karikatürcü olduğu görülecektir” dediği Zâtî’nin hayatı ve sanat anlayışı oluşturuyor.

Prof. Şentürk, klasik Türk şiiri üzerinde bir ön kabüle dönüştürülmeye çalışılan bir yanılgıya da dikkat çekiyor.

Klasik şiirimizin halktan uzak, İran ve Arap taklitçisi bir edebiyatın ürünü olarak takdim edilmeye çalışılmasını da eleştirerek bunun yanlış bir kanaat olduğunu Zâtî’nin eserleri ve kişiliği üzerinden örnekler vererek açıklıyor.

Şentürk, bu anlayışı, son yüzyılın yerli kültür ve geleneklere uzak yetişen aydınlarının “Eğer ben bu şiiri anlayamıyorsam, halk hiç anlayamaz, dolayısıyla bu şiir halkın şiiri olamaz” şeklinde geliştiridiği çarpık bir mantığın ürünü olabileceğini ileri sürüyor.

İçinde doğup büyüdükleri ırmağa yabancı kalan aydınlarımızın yanıltıcı etkilerini tamamen engellemek elbette mümkün değil…

Türk edebiyatının ve kültür hayatının en önemli araştırmacılarından biri olan Beşir Ayvazoğlu da benzer etkilerden şikâyetçi…

“Bu toprağın kültürüne ve değerlerine kendilerini en yabancı hisseden aydınların içinde bile, bu kültürün bir vicdan azabı gibi konuştuğundan, derinlere yürümüş bir kıymık gibi onları sürekli rahatsız ettiğinden eminim” dediği kendisiyle yaptığımız söyleşiyi kültür ve edebiyat tarihimize düşülmüş önemli bir dipnot olarak okuyabilirsiniz.

Dergimizde yer alan diğer yazar ve şairlerden bazıları ise şunlar:

Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Recep Garip, Özcan Ergiydiren, Mustafa Miyasoğlu, Şenol Tanju, Servet Tiken, Ömer Solak…

8 Eylül 2011 Perşembe

Mesajımız ...

Dil ve Edebiyat Dergisi Eylül Sayısı Çıktı!

Halkın Şiiri mi, Yüksek Zümrenin Şiiri mi?
Model Bir Şair: Zâtî

Dil ve Edebiyat Derneği
15-21 Eylül 2011 arası tarihlerinde
Dil ve Edebiyat Derneği İstanbul Kongre Merkezi Harbiye’deki
Boğaziçi Kitap Fuarı’nda!

15-21 Eylül Boğaziçi Kitap Fuarındayız!


15-21 Eylül Boğaziçi Kitap Fuarındayız!

İSTANBUL’UN KALBİ KİTAP İÇİN ATACAK...

Bu yıl, 15-21 Eylül 2011 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi Harbiye’de gerçekleşecek olan Boğaziçi Kitap Günleri, her yıl bir konuk ülke ağırlıyor ve her yıl konuk ülke ile Türkiye arasında köprü oluşturacak bir temaya sahip oluyor. 2011 yılının Türkiye’den Almanya’ya göçün ellinci yılı olması nedeniyle Boğaziçi Kitap Günleri’nde bu yıl konuk ülke Almanya. Etkinliğin teması ise “Göç”. Bu çerçevede Boğaziçi Kitap Günleri süresince Alman edebiyatını, kültürünü ve sanatını tanıtıcı pek çok faaliyete yer verilmekte. Göç konusu sosyolojik, politik ve edebiyattaki metaforik anlamları perspektifinde ele alınıyor. 17 Eylül Cumartesi günü Orient Institut ile birlikte “Türkiye’den Almanya’ya: Göçün Elli Yılı” sempozyumu düzenleniyor. Etkinliğin 15 Eylül 2011 saat 10:30’da yapılacak olan açılışı ise Ömer Asan’ın “Kardeş Nereye? Mübadele” adlı göç belgeseliyle yapılacak.

İstanbul’u bir merkez haline getirmek amacıyla Boğaziçi Kitap Günleri süresince kongre merkezinde “profesyonel salon” açılıyor. Türkiye’de faaliyet gösteren tüm telif ajansları, telif hakları konusunda çalışan PEN, Türkiye Yazarlar Sendikası, ÇEVBİR gibi kurumları etkinliğe davet edildi. Profesyonel salonda taraflar yazarlarımızın eserlerinin yabancı dillere çevrilebilmesi için yurt dışından gelen yayıncı ve ajanslarla görüşmeler yapabilecekler. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da e-kaynaklar, e-yayıncılık gibi sektöre yeni açılım getiren gelişmeler, internet yayın hakları, internet özgürlüğü gibi konular çeşitli panellerde tartışılacak.

Yayınevlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla pek çok yazar, çevirmen, editör ve okuru bir araya toplayacak olan Boğaziçi Kitap Günleri, önümüzdeki yıllarda içinde bulunduğumuz coğrafi bölgenin ülkelerine hizmet veren ve bu sayede yayıncılık sektörünün her anlamda gelişmesine katkıda bulunan bir kültürel platform yaratmak amacındadır.2012 yılında Boğaziçi Kitap Günleri 20-26 Eylül’de gerçekleşecek, konuk ülkesi Meksika ve teması “İspanyolca Edebiyat” olacaktır.

BOĞAZİÇİ KİTAP GÜNLERİ ORGANİZASYONU BOĞAZİÇİ KİTAP GÜNLERİ

Yeni Yuva Sokak, No:10/4Cihangir, Beyoğlu, İstanbul
T: 90 212 2523816M: 90 541 2169371
F: 90 212 288 5735

www.bogazicikitapfuari.com

Dil ve Edebiyat dergisi, Eylül sayısında tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla yeniden okurun karşısına çıktı.

Halkın şiiri mi, 'Yüksek Zümre'nin şiiri mi?

Dil ve Edebiyat Derneği tarafından yayımlanan ve beğeniyle takip edilen Dil ve Edebiyat Dergisinin 33. sayısı raflardaki yerini aldı. Dergi bu sayısında da okuyucularına yeni ufuklar sunuyor.

Dil ve Edebiyat'ta dergisinin 33. sayısında neler var? İşte editörün kaleminden derginin içeriği:

Geçen sayımızda Prof. Dr. Kemal Yavuz tartışma yaratan bir iddiayı gündeme getirmiş ve Ali Şir Nevayî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarmıştı.

Bu sayımızda da yine tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla karşınıza çıktığımızı düşünüyoruz.

Ayın Dosyası’nı, Prof. Dr. A. Atilla Şentürk’ün hazırladığı ve “dünyasının içine girdiğinizde, size hoşça vakit geçirten bir meddah yahut usta bir orta oyuncusu veya yerine göre bir ressam yahut karikatürcü olduğu görülecektir” dediği Zâtî’nin hayatı ve sanat anlayışı oluşturuyor.

Prof. Şentürk, klasik Türk şiiri üzerinde bir ön kabüle dönüştürülmeye çalışılan bir yanılgıya da dikkat çekiyor.

Klasik şiirimizin halktan uzak, İran ve Arap taklitçisi bir edebiyatın ürünü olarak takdim edilmeye çalışılmasını da eleştirerek bunun yanlış bir kanaat olduğunu Zâtî’nin eserleri ve kişiliği üzerinden örnekler vererek açıklıyor.

Şentürk, bu anlayışı, son yüzyılın yerli kültür ve geleneklere uzak yetişen aydınlarının “Eğer ben bu şiiri anlayamıyorsam, halk hiç anlayamaz, dolayısıyla bu şiir halkın şiiri olamaz” şeklinde geliştiridiği çarpık bir mantığın ürünü olabileceğini ileri sürüyor.

İçinde doğup büyüdükleri ırmağa yabancı kalan aydınlarımızın yanıltıcı etkilerini tamamen engellemek elbette mümkün değil…

Türk edebiyatının ve kültür hayatının en önemli araştırmacılarından biri olan Beşir Ayvazoğlu da benzer etkilerden şikâyetçi…

“Bu toprağın kültürüne ve değerlerine kendilerini en yabancı hisseden aydınların içinde bile, bu kültürün bir vicdan azabı gibi konuştuğundan, derinlere yürümüş bir kıymık gibi onları sürekli rahatsız ettiğinden eminim” dediği kendisiyle yaptığımız söyleşiyi kültür ve edebiyat tarihimize düşülmüş önemli bir dipnot olarak okuyabilirsiniz.

Dergimizde yer alan diğer yazar ve şairlerden bazıları ise şunlar:

Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Recep Garip, Özcan Ergiydiren, Mustafa Miyasoğlu, Şenol Tanju, Servet Tiken, Ömer Solak…



İrtibat:
www.ded.org.tr

Dil ve Edebiyat Dergisi Eylül Sayısı Çıktı

Dil ve Edebiyat Dergisi Eylül Sayısı Çıktı

Dil ve Edebiyat Dergisi’nin geçen sayısında Prof. Dr. Kemal Yavuz tartışma yaratan bir iddiayı gündeme getirmiş ve Ali Şir Nevayî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarmıştı. Dil ve Edebiyat Dergisi bu sayıda da yine tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla karşınıza çıktı.

Ayın Dosyası’nı, Prof. Dr. A. Atilla Şentürk’ün hazırladığı ve “dünyasının içine girdiğinizde, size hoşça vakit geçirten bir meddah yahut usta bir orta oyuncusu veya yerine göre bir ressam yahut karikatürcü olduğu görülecektir” dediği Zâtî’nin hayatı ve sanat anlayışı oluşturuyor.
Prof. Şentürk, klasik Türk şiiri üzerinde bir ön kabüle dönüştürülmeye çalışılan bir yanılgıya da dikkat çekiyor. Klasik şiirimizin halktan uzak, İran ve Arap taklitçisi bir edebiyatın ürünü olarak takdim edilmeye çalışılmasını da eleştirerek bunun yanlış bir kanaat olduğunu Zâtî’nin eserleri ve kişiliği üzerinden örnekler vererek açıklıyor. Şentürk, bu anlayışı, son yüzyılın yerli kültür ve geleneklere uzak yetişen aydınlarının “Eğer ben bu şiiri anlayamıyorsam, halk hiç anlayamaz, dolayısıyla bu şiir halkın şiiri olamaz” şeklinde geliştiridiği çarpık bir mantığın ürünü olabileceğini ileri sürüyor.

İçinde doğup büyüdükleri ırmağa yabancı kalan aydınlarımızın yanıltıcı etkilerini tamamen engellemek elbette mümkün değil… Türk edebiyatının ve kültür hayatının en önemli araştırmacılarından biri olan Beşir Ayvazoğlu da benzer etkilerden şikâyetçi… “Bu toprağın kültürüne ve değerlerine kendilerini en yabancı hisseden aydınların içinde bile, bu kültürün bir vicdan azabı gibi konuştuğundan, derinlere yürümüş bir kıymık gibi onları sürekli rahatsız ettiğinden eminim” dediği kendisiyle yapılan söyleşiyi kültür ve edebiyat tarihimize düşülmüş önemli bir dipnot olarak okuyabilirsiniz.

Dergide yer alan diğer yazar ve şairlerden bazıları ise şunlar: Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Recep Garip, Özcan Ergiydiren, Mustafa Miyasoğlu, Şenol Tanju, Servet Tiken, Ömer Solak…

7 Eylül 2011 Çarşamba

Dil ve Edebiyat Dergisi Yazarı Üzeyir İLBAK

 
Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkan Vekili ve Dil ve Edebiyat Dergisi Yazarı Üzeyir İLBAK'dan "Meçhul Kaptan" programında Yahya Kemal'in Atik Valde'den İnen Sokakta Şiiri

Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı Ekrem Erdem'in Bezmialem Vakıf Üniversitesi Ziyaretinden Notlar

Ekrem Erdem'in Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesini ziyaretinden notlar;
Güzel işler yapılmış. Türk hekimliğinde ses getirecek işlere aday. Tebrikler.
Özellikle Tabelalarda Türkçenin öncelenmesi önemli. Türkçeyi her fırsatta dışlayan tıp dünyamıza örnek gösterilecek güzellikte. Tebrikler.
 

Duyarlılıklarından dolayı başta Mütevelli Heyeti Başkanı Ali Bey olmak üzere Rektör, Dekan ve ekiplerini kutlarım. İstenirse oluyormuş.

Osmanlıca Gazetelerin Dökümü Yapılacak

Osmanlıca Gazetelerin Dökümü Yapılacak
Milli Kütüphane, AB'nin destek verdiği "Newspaper" projesiyle, 1928'e kadar olan tüm Osmanlıca gazetelerin transkripsiyonunu yaparak araştırmacıların hizmetine sunacak.

Milli Kütüphane Bilgi İşlem Müdürü ve projenin bilgi teknolojileri koordinatörü Erdal Naneci, Aa muhabirinin konuyla ilgili sorularını yanıtladı.

Avrupa Birliğine üye ve aday ülkeleri ilgilendiren "Bilgi ve İletişim Teknolojileri Politika Destek Programı" (ICTPSP) çerçevesinde iki projeye paydaş olmak için başvurduklarını belirten Naneci, bunlardan "Newspaper" projesinin Avrupa Birliği Komisyonu tarafından kabul edildiğini anlattı.

"Newspaper" projesini Almanya, Fransa, Hollanda, Estonya, Avusturya, Finlandiya, Polonya, İngiltere, Türkiye, Sırbistan, İtalya ve Litvanya'nın birlikte yürüteceğini söyleyen Naneli, Berlin Devlet Kütüphanesinin organize ettiği proje hakkında şu bilgiyi verdi:

"Milli Kütüphane koleksiyonunda bulunan ve elektronik ortama taşınan 800 bin sayfa 'Eski Harfli Türkçe' gazete içeriğinde yer alan tüm haber ve makale başlıklarının transkripsiyonu yapılacak ve makalelere erişme olanağı sağlanacak. Bir araştırmacı yapılacak transkripsiyon sayesinde 1928 yılından önceki gazetelerin içeriğini anlamış olacak.

Haber başlığını ve makale başlığının birebir transkripti yapılacak. Bir araştırmacı bu başlığı gördükten sonra içeriğini merak ettiği takdirde metni tercüme ettirmenin yollarını arayacak. "

Uluslararası alanda Türk kültürünün tanıtımına katkı sağlayacak olan bu projeyi yapmak amacıyla Avrupa Birliğinden 214 bin 500 Avro destek sağlandığını ifade eden Naneci, ocak ayına kadar projenin nasıl yürütüleceği, danışman firma ve gerekli uzman desteği konusunda bilgi sahibi olacaklarını ve projenin 3 yıl içinde tamamlanacağını vurguladı.
 Ankara

6 Eylül 2011 Salı

Edebiyat Yarışması...

1.EDEBİYAT YARIŞMASI
      Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’ne bağlı olarak yayın yapan sanatalemi.net, daha önce sitede köşe yazarlığı yapan vefat etmiş beş yazarı için ortak bir edebiyat yarışması düzenliyor. Şiir, hikâye, makale, deneme ve hâtıra dallarında açılan yarışma, Ahmed Yüksel Özemre, Ergun Göze, Hamit Can, Olcay Yazıcı ve Ümit Fehmi Sorgunlu adına düzenleniyor. Her yıl tekrarlanacak yarışma ile hem yazarların adının yaşatılması, hem de genç edebiyatçıların teşvik edilmesi amaçlanıyor. Yarışmada konular serbest.

İSİMLERİ YAŞATILACAK
       Başından beri güçlü bir yazar kadrosuna sahip olan sitede, daha önce sanatalemi’nde yer alan, vefat etmiş beş yazar adına açılacak edebiyat yarışması herkese açık. Ancak Türkiye genelinde tanınan şair ve yazarlar, bu yarışmanın dışında tutulacak. Edebiyat yarışmasına iştirak etmek isteyenler, eserlerini yarisma.sanatalemi@gmail.comelektronik posta adresine gönderebilecekler. Arzu edenler ise normal mektup adresine de (Edebiyat Yarışması, ESKADER, Cağaloğlu, Alemdar Mahallesi, Çatalçeşme Sokağı, İmamoğlu İşhanı, No: 4-8 Fatih-İstanbul) yazı ve şiirlerini yollayabilecekler.

       Yarışmacıların, yazıların başına hangi türde katılmak istediklerini, açık posta adresleri ile diğer iletişim bilgilerini belirtmeleri gerekiyor. 31 Ekim 2011 tarihine kadar gönderilmesi gereken eserler,sanatalemi.net yazarları ve ESKADER yöneticilerinden oluşan bir seçici kurul tarafından değerlendirilecek. Seçilen edebî çalışmalar, daha sonra sanatalemi.net’te yayımlanacak. Her türde birinci, ikinci ve üçüncü seçilen eserler ile mansiyona kalan çalışmalar, 15 Aralık 2011 tarihinde açıklanacak. Özel ödüllerle, vefat etmiş yazarların eserlerinin dereceye girenlere armağan edileceği yarışmanın töreni, 27 Aralık 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleşecek.

YAZARLARA VEFA BORCU
        Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Mehmet Nuri Yardım şunları söyledi: “Yılda bir defa, vefat eden beş köşe yazarımız adına büyük çapta, beş dalda edebiyat yarışması düzenlemiş bulunuyoruz. Ahmed Yüksel Özemre, Ergun Göze, Hamit Can, Olcay Yazıcı ve Ümit Fehmi Sorgunlu irfan hayatımıza, fikir dünyamıza ve edebiyat âlemine hizmet etmiş seçkin şahsiyetlerdi. Onları rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz. Sitemize yazma konusundaki tekliflerimizi hemen kabul etmiş ve yıllarca sanatalemi.net’te düzenli olarak köşe yazıları yazmışlardır. Biz de bir vefa borcu olarak hem isimlerini ve eserlerini gelecek nesillere aktarmak hem de yeni şair ve yazarların ortaya çıkmasını ve teşvik edilmelerini sağlamak amacıyla böyle bir yarışmayı düşündük. Gayemiz yeni Ahmed Yüksellerin, Ergun Gözelerin, Hamit Canların, Olcay Yazıcıların ve Ümit Fehmi Sorgunluların kültür hayatımıza kazandırılmasıdır.

         Yarışmamızı, yazarlarımızın eser verdikleri edebî türlerde açtık. Ahmed Yüksel Özemre adına “Hâtıra”, Ergun Göze adına “Makale”, Hamit Can adına “Deneme”, Olcay Yazıcı adına “Şiir”, Ümit Fehmi Sorgunlu adına da “Hikâye” yarışması düzenlemiş bulunuyoruz. Beş daldaki bu yarışmayı her yıl gerçekleştirmek istiyoruz. Dileyen yarışmacılar, birkaç dalda yarışmaya katılabilecekler. İnşallah bu yarışma sayesinde yeni kalemleri, düşünce, sanat ve edebiyat dünyamıza armağan edeceğiz. Edebiyatı ve yazmayı seven yetenekli gençlerimizi bu yarışmaya katılmaya dâvet ediyorum.”

sanatalemi.net Edebiyat Yarışması’yla ilgili olarak ayrıntılı bilgi almak isteyenlerin, 0 (212) 5112323-24numaralı telefonları aramaları veya www.sanatalemi.net sitesini ziyaret etmeleri gerekiyor.

İstanbul‘un Merkezinde Yeni Bir Kitap Fuarı...

İSTANBUL’UN KALBİ KİTAP İÇİN ATACAK...

Bu yıl, 15-21 Eylül 2011 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi Harbiye’de gerçekleşecek olan Boğaziçi Kitap Günleri, her yıl bir konuk ülke ağırlıyor ve her yıl konuk ülke ile Türkiye arasında köprü oluşturacak bir temaya sahip oluyor. 2011 yılının Türkiye’den Almanya’ya göçün ellinci yılı olması nedeniyle Boğaziçi Kitap Günleri’nde bu yıl konuk ülke Almanya. Etkinliğin teması ise “Göç”. Bu çerçevede Boğaziçi Kitap Günleri süresince Alman edebiyatını, kültürünü ve sanatını tanıtıcı pek çok faaliyete yer verilmekte. Göç konusu sosyolojik, politik ve edebiyattaki metaforik anlamları perspektifinde ele alınıyor. 17 Eylül Cumartesi günü Orient Institut ile birlikte “Türkiye’den Almanya’ya: Göçün Elli Yılı” sempozyumu düzenleniyor. Etkinliğin 15 Eylül 2011 saat 10:30’da yapılacak olan açılışı ise Ömer Asan’ın “Kardeş Nereye? Mübadele” adlı göç belgeseliyle yapılacak.

İstanbul’u bir merkez haline getirmek amacıyla Boğaziçi Kitap Günleri süresince kongre merkezinde “profesyonel salon” açılıyor. Türkiye’de faaliyet gösteren tüm telif ajansları, telif hakları konusunda çalışan PEN, Türkiye Yazarlar Sendikası, ÇEVBİR gibi kurumları etkinliğe davet edildi. Profesyonel salonda taraflar yazarlarımızın eserlerinin yabancı dillere çevrilebilmesi için yurt dışından gelen yayıncı ve ajanslarla görüşmeler yapabilecekler. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da e-kaynaklar, e-yayıncılık gibi sektöre yeni açılım getiren gelişmeler, internet yayın hakları, internet özgürlüğü gibi konular çeşitli panellerde tartışılacak.

Yayınevlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla pek çok yazar, çevirmen, editör ve okuru bir araya toplayacak olan Boğaziçi Kitap Günleri, önümüzdeki yıllarda içinde bulunduğumuz coğrafi bölgenin ülkelerine hizmet veren ve bu sayede yayıncılık sektörünün her anlamda gelişmesine katkıda bulunan bir kültürel platform yaratmak amacındadır.2012 yılında Boğaziçi Kitap Günleri 20-26 Eylül’de gerçekleşecek, konuk ülkesi Meksika ve teması “İspanyolca Edebiyat” olacaktır.

BOĞAZİÇİ KİTAP GÜNLERİ ORGANİZASYONU BOĞAZİÇİ KİTAP GÜNLERİ

Yeni Yuva Sokak, No:10/4Cihangir, Beyoğlu, İstanbul

T: 90 212 2523816M: 90 541 2169371

F: 90 212 288 5735

www.bogazicikitapfuari.com

Kaybettiklerimiz

Halim Özyazıcı: (14.01.1898 – 30.09.1964)
Hattat. Hasan Rızâ ve Kâmil Akdik’den sülüs ve nesih yazılarını, Hulûsi Efendi’den nesta’lik, Tuğrakeş İsmâil Hakkı Bey’den celi sülüs ve tuğrayı, Ferid Bey’den divânî yazıyı meşk etti. Tashihsiz yazı ustası. Bir çok câminin kuşak yazısını yazdı. Çok sayıda celi levha, sülüs-nesih murakka’ ve meşk kıtaları yazdı. Hat sanatını insanlara sevdirdi.
Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan: (1898 – 30.09.1978)
İstanbul'da doğdu. Vefa Lisesi'nden mezun olduktan sonra Daru’l-Funun'un Fransızca ve Farsça Bölümlerini bitirdi. İslam Edebiyâtı’nda Leyla vü Mecnun Mesnevisi Başlıklı Tez'iyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakultesi'nda doktorasını ilk veren doktora öğrencisi oldu. Beşiktaş Sultânisi'nde başlayarak İstanbul'un çeşitli Liseler'inde, son olarak da Kabataş Erkek Lisesi'nde Fransızca, Türkçe ve Edebiyat Öğretmenliği yaptı. Üniversite Reformundan sonra Edebiyat Fakultesi Türk Dili ve Edebiyâtı Bölümü'ne Metin Şerhi Doçenti oldu. 1941 de profösörlüğe yükseldi. Eski Türk Edebiyâtı Kürsüsü Başkanlığı'na getirildi. Şiirlerini önce Serveti Funun'da, daha sonra Edebiyat Gazetesi, Gündüz, Gençlik dergilerinde yayımladı. Asıl uzmanlık alanı Divan Edebiyatı Araştırmaları yanı sıra İran ve Pakistan’dan yaptığı Çeviriler'le, Cumhuriyet Dönemi'nde
Mustafa Düzgünman: (09.12.1920 – 12.09.1990)
Attar, ebru ve cilt sanatkârı. 1920 Üsküdar doğumlu olan Mustafa Düzgünman, ebruyu, akrabâsı olan Necmettin Okyay’dan öğrenmiştir. Bu sanata ilk önemli katkısı, ustasının bulduğu çiçekli ebru tarzını ıslah etmesidir. Papatya ebrusu onundur. Çamlıca toprağı yanında bâzı pigment boyaları da ilk o kullanmıştır. Bu sâyede Türk Ebrusu’nun kalitesi dünya ebrusu seviyesine yükselmiştir. Sanâyi Devrimi sonrasında el emeği gözden düşünce, birçok sanat dalıyla birlikte, ebru da târih sahnesinden silinmenin eşiğine gelmişti. Mustafa Düzgünman bu kötü gidişe tek başına direndi ve İnançla üretti. Bu sâyede, Türk Ebru Sanatının geleneksel tekniği ve bilgi birikimi, arada bir kopukluk olmadan, yeni kuşaklara aktarılmış oldu
Prof. Dr. Şinâsi Tekin: (1933 – 16.09.2004)
Türkolog. 1933’te Balıkesir’de doğdu. 1964 yılında Atatürk Üniversitesinde profesör oldu. 1965 yılından îtibâren vefat edinceye kadar Harvard Üniversitesi’nde Eski Türkçe ve Osmanlı Türkçesi dersleri verdi. 1997’de Ayvalık’ta Alibey Adasında Harvard ve Koç Üniversitelerinin işbirliği ile benzersiz akademik bir ortak oluşturduğu Osmanlı Türkçesi Yaz Okulu’nu başlattı. 28 yıl aralıksız olarak yayımlanan Türklük Bilgisi Araştırmaları (The Journal of Turkish Studies) dergisi ile yerli ve yabancı uzmanların eserlerini Türkolojinin hizmetine sunan Şinâsi Tekin’in eşi Gönül Alpay Tekin’le birlikte doğu dilleri ve edebiyâtının kaynakları dizisinde altmıştan fazla metin yayımlamıştır.

Bekir Sıtkı Sezgin: (01.07.1936 – 10.09.1996)
İstanbul Şehremini’de doğdu. Babası Hâfız Hüseyin Efendi (1899-1969), annesi Feride Hanım’dır. 1942 yılında ilköğretime başladı, lisede okurken babasının teşviki ile İstanbul belediye Konservatuarı’na giren Sezgin mezuniye-tinin ardından vatani görevini tamamladıktan sonra 1958’de İzmir’e yerleşti. 1959’da İzmir Radyosu’nun sınavını kazanarak “yetişmiş sanatkar” olarak göreve başladı. Aynı yıl içinde solist, bir diğer sınavla da “Birinci sınıf ses sanatkarı” unvanını aldı. 1967 yılından itibaren aynı kuruluşta stajyer sanatkârlara öğretmenlik yaptı. 1973’de İzmir Radyosu’nda “Klasik Koro Şefi” oldu. 1976’da İstanbul Devlet Türk Mûsikîsi Konservatuarı Öğretim üyeliğine başladı.

Bekir Sıtkı Sezgin, musiki ve din kültürü yüksek bir aileye mensuptur. Sesi çok güzel olan babası Hafız Hüseyin Efendi, Hafız Hasan Akkuş, Fatih Camii imamı Ahmed Rasim Efendi (Filibeli Arap Hafız), Hafız Ahmed Efendi, Hafız Sadettin Efendi’lerden musiki dersleri alarak müziğe başlamıştır.

Çok küçük denecek yaşlarda , henüz 3-4 yaşlarında iken sokakta babası ile dolaşırken babasını evlerinin yakınında bulunan kahveye sürükler, gramofonun yanına oturur ve saatlerce plak dinlerdi. Üç buçuk yaşında “Hıfz”a başlayan Bekir Sıtkı Sezgin “Hıfz”ı beş yaşında tamamladı. Ortaokulun son sınıflarına kadar özel musiki eğitimi aldı ve dini musikimizin her formuna ait eserler meşk etti, az çok bilgi sahibi oldu. Bu dersler babası tarafından yeterli bulunmadı ve mevlidhan Hafız Mecid Sesigür, Laleli Camii Başmüezzini Hafiz Numan, Nuruosmaniye Camii İmamı Hafiz Hasan Efendi’den na’t, mevlid, Ezan, talim, mahrec-i huruf dersleri aldırttı ve ardından “Bu zamana kadar musikiyi sana pratik olarak öğrettik. Şimdi ilmi yönden öğrenim görmenin zamanı gelmiştir. "Hadi bakalım! Konservatuar imtihanına gir, muhakkak en iyi derece ile kazanacaksın” diyen babasının sözleri onun sınava girmesini ve başarılı olarak kazanmasını sağlamıştır. 1959 yılından sonra İzmir’de Zakirbaşı İlhami, Manisalı Hafız Ahmed, Mübaşir Kemal, Hafız İsmail Efendi’den bilmediği klasik eserleri, tevşih, durak, tavır ve üslup öğrenen büyük üstad, bütün bu titiz derslerin sonucunda usta bir ses icracısı olarak kendisine üstün bir zemin hazırladı.

Bekir Sıtkı Sezgin, 1964 yılında İzmir’de evlendi. 1965’de H. Kudsi, 1967’de H. Siyami, 1969’da F. Hümeyra adlı çocukları dünyaya geldi. Büyük üstad 10 Eylül 1996 tarihinde İstanbul’da vefat etti.